Sene 1983 Türk Hava Yollarının 50. Yılının kutlandığı sene. THY’ nin 4 yöneticisi tüm bankaları dolaştıktan sonra İş Bankasına giderler. Uçal Dalgıç, Yalçın Erışık, Emre Betin, Engin Öktemer. Şayet Türk Hava Yollarının tüm parası bankanızda toplanırsa, bunun karşılığında bankanızın bizim THY Magazin dergisinin hazırlık ve baskı bedeline ilaven, Türk Hava Yollarının bir senelik reklam giderini ödemeyi düşünür mü? Sual bu. Ancak o dönemde Bankalar Birliğinin aldığı bir karar onların birtakım faaliyetlere sponsor olup “promosyon bedeli” ödemelerine engeldi. Bunun da hal çaresini bir şekilde bulmuşlardı bizim yöneticiler. Banka hayli düşünür. Neyse pozitif bir ilim olan matematik ve hesap kitap sonucunda öneri kabul edilir banka tarafından.
O zamanki, bundan bilmem kaç sene önceki yöneticiler bunu düşünerek bu yolu açmışken, bu günkülerin bankalardan promosyon bedeli almadıklarını düşünmek mümkün değil. Meblağın Personel giderlerine tekabül eden bölümünü Ali Kıdık Bey ve HavaSen seslenişlerinde ifade ediyorlar. Doğrusunu isterseniz bu meblağ beni şaşırtmıyor.
Personelin Pazarlıkçısı (?) Bolat Bey Neyi Kime, Nasıl Anlatsın Ki?
Gelelim personele kardan dağıtılacağı söylenen paraya. Şimdi ben çıkıp Ahmet Bolat Bey 140 Milyon doları personele dağıtacağım diye söz vermedi, bunun dağıtılması için yönetim kurulu ile çalışanlar adına pazarlık etme sözü verdi desem yanlış mı olur? Pazarlık sonucu bu. Belli olmaz. Hiç olmayabilir? Veya pazarlık sonunda anlaşılan meblağ kadar olabilir. Bekleyip görelim. Allah vermesin ya şirketin karı 1,4 değil de 1,1 milyar olursa. O zaman da hedefi tutturamadık ama ağanın eli tutulmaz deyip yine bekleriz. Neticeten bir bekleme dönemine girmiş bulunmaktayız. Hele bir aşağıdaki notu okuyalım.
Eminim ki (?) Bay Bolat Promosyon tutarını ve personele dağıtacağını belirttiği kâr payını çalışanların hesabına yatırılmasını sağlayacağını düşünmek ve de buna inanmak istiyorum. Kendisi de bunu yapmak ister. Bolat Beyin bu dönem THY çalışanlarınca unutulmaz bir Başkan olarak hatırlanması yalnız buna bağlı olacak. İnsanoğlu böyle işte. Bizler de.
AĞAÇ ÇOK YÜKSEK, YİNE DE YAPRAKLARI KURUYUNCA YERE DÜŞÜYOR.
Evet, yapraklar da düşüyor düşmesine ama onlar toprağa itibarını kaybeden insan kadar hızlı düşmez. Sonbahar ve kış aylarında, gündüzler daha kısadır. Ağaçlardaki yapraklar daha az ışık depolar. Soğuk hava toprağı dondurur ve bu yüzden ağaç, topraktaki suyu çekmekte zorlanır. Yapraklara çok fazla su gerektiğinden, ağaç sarf edeceği sudan tasarruf etmek topraktan çektiği suyun yetmesi için yapraklarının bir kısmını döker. Tabiat ana bu düzeni böyle kurmuş. Pek konu etmek istemem ama, aynı dönem insanlar için de yaprak dökümü dönemidir derler. Bu dönemde nakli mekân eden insan sayısı hayli fazla olurmuş.
İş yaşamında yaprak dökümü dönemi ne zamandır? Burada uygulamalar farklılık gösteriyor. Özel sektörde patronun veya temsilcisinin uygun gördüğü her zaman yaprak dökümü başlayabilir. Devlet şirketlerinde veya devlet hissesinin yoğunlukta olduğu kuruluşlarda genel de mart ayında dökülmeler başlıyor. Başka bir deyişle Genel Kurul toplantılarının yapıldığı döneme rastlıyor bu temizlik.
Tabiat ana bir anlamda sudan tasarruf edebilmek için yapıyor bunu. Yapıyor ki topraktan alabildiği su ağacın dallarında kalan yaprakları için yeterli olsun.
İş yaşamında ise amaç daha açık. Bu söz insanlara ne kadar doğru gelir ama “Yükten kurtulmak” için demek haksızlık mı olur bilemedim. Aşağıdaki resme bakarsanız yapılan işleme orkestra çalarken koyun kırkmak gibi ilgisiz bir iş yapan yöneticiden kurtulmak olarak da yorumlayabilirsiniz. Yaş haddi durumları ve politik nedenler dışında başarıları elde ettiği sonuçlarla pırıl pırıl parlayan bir tepe yöneticinin görevden alınması sık yaşanılan bir durum değil.
Tabiat ana ağacının yapraklarının dökülmemek, en azından bir sene daha ağacın üzerinde yeşil kalmak için etkileyebilecekleri kimse ve yapabilecekleri hiçbir şey yok. Kadere rıza gösterip, düştükleri yerde sararmaktan öte. Evet ağaçlar yüksek ama yaprakları yine de yere düşüyor. Ondan sonra ise rüzgârın oyuncağı olmak kaçınılmaz son.
İş yaşamında ise insanoğlunun yere düşmemek ve oyuncak olmamak için yapabileceği çok şey var. Ve yapıyorlar da. Sonuç değişiyor mu? Genel de hayır. Herkesin bürokratik rüzgâra karşı koyma şekli değişik. Yalakalık, geçerli destek vb. Netice değişmiyor. Düşünmek gerek. Keşke abartılı övgülere kanmasaydım. Tabii yanlış yönlendirmelere de. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol sözü ne kadar da doğruymuş meğer. Keşke bunun için caba harcasaydım. Daha dürüst olsaydım. Yalakalık ve itaat yerine doğruluğu ödüllendirseymişim. Ne olurdu insanları anlamak için gayret sarfetseydim vb. vb. Eğer şans yaver gider de bu yaşanana rağmen başka bir yerde iş bulabilirse ve de düşündüğü hususları karakterine işleyebildiyse bunların işe yarayacağı kuşkusuz. Ama insanoğlu değişir mi. Orasını bilmem. Ama zor olduğu mutlak.
Övgülerle kandırılmış, yanlış bilgilerle yönlendirilmiş, gücün kendinde olduğunu zanneden, bir üst düzey yönetici, er veya geç şirket tarihinin çöplüğünde yerini alır. Gelişleri görkemli olan bu tür liderlerin gidişleri yalnız ve yalın olur. Ve de görevden ayrıldıktan sonra da iki günde unutulur. Ve de çöplük kimse tarafından karıştırılmaz.
ÇALIŞMAKTA OLAN BİR SİSTEMİ GELİŞTİRMEK ZOR. BOZMAK İSE ÇOK KOLAY,
Evet inanılmaz bir doğru. Her nedense insanlara yıkmak, bozmak daha kolay geliyor. Esasen bir işi yapmak, geliştirmek hazırı yıkmaktan çok daha zor. Düşüneceksin, planlayacaksın, yapacaksın. Zor iş. Oysaki yıkmak için bu uğraşlara gerek yok. Bir zihni evvelin fikri ve iki yakımcı yetip artar.
Bu başlığa ülkemizde çok sık rastlıyoruz. Seviyesi ne olursa olsun gelen bir yöneticinin gidenin yaptıklarını geliştirdiğine ve daha üst seviyelere taşıdığına pek şahit olmuyoruz.
1975 -76 yılında THY’ de İç Hat Şefliği görevindeydim. Ağabeyim o akşam günün son uçağı ile Adana’ya uçacaktı Gece saat 23.00 gibi kalkışı vardı uçağın. Bir saat gecikme anonsu verdik. Ağabeyim beni kontuarların karşısında bulunan “OLEİS” in kafeteryasına çağırdı ve “bu gecikme çalıştığın ünite açısından gayet isabetli oldu. Bu uçak falan nedenden ötürü gecikmeye girmeseydi, sizin sunduğunuz hizmet nedeni ile zaten şu kadar gecikmeli olarak hareket edecekti. Adana seferinizi icra edecek olan tarifeli uçağınızın limana geç inmesi sizleri en azından bunun hesabını vermekten kurtardı dedi. Kendisine Adana seferini yapacak olan uçağın gecikmesinin bizim hatamızı örtbas edeceğini anlattım.
Kronometre ile kontuardaki görevlilerin uçuş kuponlarını ofise götürmek için ne kadar zaman kaybettiklerini hesaplamıştı. 3 adet görevlinin ofise gidip, kontuara dönmek için harcadıkları zaman hakikaten az değildi. Ve bana Aksaray’daki “Hoş Memo Lahmacuncusuna” mutlak öğle saatinde git ve dikkatle izle. Sonra ben Adana’dan dönünce gel görüşelim dedi. Hoş Memo’ya gittim. İnanılmaz yoğun müşterisi vardı. Satış yapan ise yalnız 2 kişiydi. Lahmacunlar imalattan satış noktasına havadan dolaşan bir konveyörle geliyor ve direk tezgâha, satışa iniyordu. Ve de bu iki kişi inanılmaz bir hızla paketleme ve satış işini yapıyordu. Bir müşterinin bekleme süresi 2-3 dakika seviyesindeydi. Bugünün fast food restoranları aynı sürati yakalayabiliyorlar mı bilemiyorum.
Adana dönüşü kendisine gidip gördüklerimi anlattım. Bana THY’ de teknik ünitede çalışan bir ağabeyimizin, sayın Mustafa Mergen beyin ismini verdi. “İç hat kontuarlarının üzerinde bulunan ve üzerlerinde THY yazan uzun panoyu o konveyör haline getirebilir dedi. Personel uçağa kabul edilen yolculara ait uçuş kuponlarını bir zarfa koyar ve elini kaldırıp bu zarfı konveyöre bırakır. Konveyörü şu şekilde yaptırırsan zarflar düşmez, takılmaz ve direk içerideki odaya gider orada yolcu sayıları 2 personel tarafından değerlendirilir ve de kontuarlarda bulunan telefonlar kanalı ile çalışanlara uçağa kaç yolcu daha kabul edeceklerine ilişkin bilgi verilir ve işlem bu şekilde tamamlanır. Böylelikle açık olan 5 kontuardan aynı anda o saat diliminde mevcut olan bilet ve bagaj işlemleri yapılabilir. Hem zamandan hem de istihdamdan tasarruf sağlanır şeklindeki ifadeyle beni bilgilendirdi. Bu telefon hattının özel olmasının gerektiğini ve de bu amacın dışında kullanılmamasının şart olduğunu da sözlerine ilave etti.”
THY teknikteki Mustafa Mergen ağabeyimizi bulduk. Derdimizi anlattık. Kısa bir sürede yapabileceğini söyledi. Telefon ve Telsiz atölyesinde çalışan Ceyhan Eroğlu arkadaşımız ise Şişhaneden çıkartılan 8 aboneli bir santralı kontuarlara kurdu. Her iki dostumuzu da şükranla anıyor ve sağlıklar diliyorum. Ve sayelerinde işleme başladık. Common Check-in işleminin başlangıcıydı bu. İlk dönemlerde zorlandık. Sorun çıktıkça çözmek için uğraştık ve kısa bir süre sonra arkadaşlarım uygulamayı hatasız yapmaya başladılar. Hakikaten fark ettiğini ve de daha az personelle uçakların işlemlerini yapabildiğimizi gördük. Tek bir mahzuru vardı? O da personelin oturduğu yerden hiç kalkmadan çalışma durumunda olmasıydı. Ona da alışıldı zamanla. Yanlış hatırlamıyorsam iki saatte bir her arkadaşımız 15 dakika ara verdi çalışmaya. Şu anda bunu tam hatırlamıyorum.
Bir süre sonra bu görevden alındım. Nedenini şu anda hatırlamıyorum bile. Bir ay kadar sonra eski iç hat terminalinin önünde bu konveyörün yerde yattığını gördüm. Sökmüşlerdi.
O görevden ayrılan birinin, hele yönetim tarafından görevden affedilmiş ise bunun nedenini sorması çok zordu. Pişkinlik edip sordum. Konveyöre bir zarf takılmış ve de o zarfın içerisindeki kuponlar sayıma alınmadığı için boarding’den sonra uçakta ayakta yolcu kalmış. Başka bir ifadeyle bu aksaklık uçağa fazla yolcu kabul edilmesine sebebiyet vermiş. Sorun yaşanmış.
THY Dış hatlarda bu sistemi başka bir şekilde uygulamaya senelerce sonra geçti. O zamanlar yerde yatan konveyöre bakıp Lahmacuncu Hoş Memo’nun patronunun benim üstüm olmadığına çok üzülmüştüm.
Yorumlar Tüm Yorumlar (108)