Evet, yalanı huy edinmiş biri bana “Yalan söylediği nasıl anladın” diye sorsa, “Zorlanmadık, hiç doğru konuşmuyorsun ki” diye cevaplardım onu. Aslında yalanın nasıl anlaşılacağı konusunda insanlara yön gösteren kitaplar bile var artık. Biri de duygular ve mikro mimiklerin anlamlandırılması konusunda dünya çapında bir üne sahip olan psikolog Paul Ekman’ın kitabı "Yalan Söylediğimi nasıl anladın?"
Uluslararası üne sahip bu psikolog oturmuş bu konuda bir kitap yazmış. Bu kitabın araştırma safhasında, bulgularını ve düşüncelerini metne dökmeden önce bizleri de gözlemledi mi acaba? Bilmiyorum. Cevap hayır ise araştırmasının eksik kaldığını düşüneceğim. Tabii ki bu bir köşesinde hakikatin de bulunduğunu bildiğimiz bir şaka.
Bu kitabı çok büyük bir dikkatle okudum. Şimdi çoğu zaman yaptığım gibi bu kitabı sizlere okumanız için tavsiye edeceğimi düşünmeyin. Tavsiye falan etmiyorum. Hatta okumayın diyorum. Okumayın ki, size kimlerin yalan söylediğinden emin olmayın. Mimiklerine bakıp, gülümsemelerini değerlendirip o insanlardan iyiden iyiye soğumayın. Aynı gece yatağınıza yatıp, meğer doğru konuşanlar ne kadar azmış diyerek bu konuda uğradığınız hüsranı her akşam uyumadan önce bir kez daha yaşamayın. Kafayı fazla takarsanız sabaha kadar uyumadan bunu düşünebilirsiniz. Evet, bir şeyleri anlarsınız ama bunun bir ( + ) sıkıntısı da var.
Ekman, kitabında bizlere ilk önce kendi kendimizin dedektifi olmanın yollarını, sonra da bu tespitlerimizi insan ilişkilerimizde nasıl kullanacağımızı öğretiyor. Kitabın her bir bölümünde detaylı olarak ele alınan temel duygularımız, doğası ve genel özelliklerine dair önemli ipuçları ile birlikte okuyucuya sunuluyor. Ekman, bu duyguları araştırması boyunca arşivlediği fotoğraflarla detaylı olarak bizlere açıklıyor, hangi koşullarda ortaya çıktıklarını tüm derinliği ile örnekliyor ve başka duygularla birlikte ne şekilde deneyimlendiğini gösteriyor. ( bu bölüm Ekman’ın kendi anlatımına hafif dokunuşlarla şekillendirilmiştir.) Evet Bu duyguların başkalarının yüzlerine nasıl yansıdığını anlayabilmemiz için, bizlere, önce kendimizin uygulayabileceği alıştırmalar sunuyor; bu “basit” kas hareketlerini özel yaşantımızda ve iş yaşantımızda nasıl yorumlayabileceğimize dair önerilerde bulunuyor. Magic gibi animasyon stüdyolarının da dâhil olmak üzere çeşitli şirketlerin duygusal ifadeler konusunda sıklıkla kullandığı Yüz Hareketi Kodlama Sistemi'ni öğreneceğiz. Yüz ifadelerinden duyguları ve düşünceleri tanıyabileceğiz, okuyabileceğiz.
Aslında bu durumu yaşamak zor. Hatırlar mısınız bir film vardı. Bir reklam ajansında yaratıcı grubun içinde görev yapan ve herkesin düşüncelerini okuma kabiliyetine sahip olduğunun farkına vardıktan sonra, görevinde inanılmaz bir şekilde yükseliyor. Ancak bu başarı ve yaşadıkları kendisini beklediği kadar mutlu etmiyor ve de durumunu herkese itiraf ederek işinden istifa ediyor ve kendisini bu ruhi eziklikten kurtarıyor.
Evet, bu kitap insana bir şeyler katıyor. Ancak okuyup okumamaya siz karar verin. Ve de düşünün ki işyerindeki üstünüz sürekli yalan söyleyen ve yöneticiliği böyle yürüten biri. Ve siz artık bundan şüphe etmiyorsunuz, tahmin etmiyorsunuz, anlıyorsunuz. Eminsiniz. Aşağısı sakal yukarısı bıyık. Dayanamaz ve yüzüne vurursunuz. Sonuç malum. Onun üstleri de benzeri yapıda ise ki tencere kapağını bulur, size o çatı altında yer kalmayacaktır.
Bu kitabı okuduğum zaman bunları düşünmüştüm. Allahtan emekli olduktan sonra elime geçmiş. Profesör Ekman bir psikolog ve uluslararası tanınırlığı olan işinin büyük bir ustası. Bu yüzyılda insanlara, özellikle çalışan insanlara karşısındakinin yalan söyleyip söylemediğinin nasıl anlaşılacağını öğretmek çok ama çok riskli bir konu. California Üniversitesi, Psikiyatri Bölümü öğretim üyesi olup bugüne kadar, aralarında Amerikan Psikoloji Birliği’nin seçkin Bilimsel Katkı Ödülü ile Chicago Üniversitesi Beşeri Bilimler Fahri Doktora unvanının da bulunduğu birçok ödüle layık görülen koskoca profesör bunu düşünememiş. Veya kitabının yalnız değişik iş yaşam standartları olan doğduğu ülkede okunacağını düşünmüş olabilir mi? Tabii ki hayır. Düşünemez çünkü bizi hiç tanımıyor. Yöneticilerimizi de. Bizim yaşamımızı da bilmiyor. Özellikle İş yaşamımızdaki çalışmalar boyunca daha yazdıkları kitabını okumadan bile yalanları anlama konusunda üstlerimizce nasıl iyi eğitilmiş olduğumuzu. Bu kitabı okuyup daha fazla uzmanlaşıp başımızı iyice belaya sokmanın bir anlamı var mı sizce? Tabii ki mantık yok diyor. Hazır bir iş bulmuşuz. İyi kötü çalışıyoruz işte
Birbirinden Çok Farklı Yaşam şartlarımız Coronaya insan ayırımı yaptırıyor.
Büyük Okyanusun güneyinde, Papua yeni Gine’ nin doğusunda yer alan Solomon adalarında yaşayan yerlilerin ilginç bir ağaç kesme yöntemi olduğunu biliyor muydunuz? Elektronik testere gibi teknolojik nimetlerden mahrum olan yerliler, baltayla kesemeyecekleri kadar kalın bir ağacı üfleyerek deviriyorlarmış. Evet, yanlış okumadınız üfleyerek. Baltayla deviremeyeceklerini düşündükleri ağacın karşısına hep birlikte dizilip bir ağızdan ağaca kötü sözler fısıldıyorlarmış. Bunu yaparken her bir ağacın içinde bir ruh taşıdığına inanıyorlar ve kötü sözlerin bu ruhu güçlendirip ağacı terk etmesini bekliyorlarmış. İnanın veya inanmayın. Bir süre sonra ağaç kurumaya yüz tutuyor ve ardından da devriliyormuş. Onları ülkemize davet etsek kötü olanlarla birlikte Corona ‘ya da üflerler mi acaba. Bu dünyada onlara o kadar fazla iş var ki, şaşırır kalır adamlar.
Hatırlar mısınız 2019 yılında ne demişti Arzum Uzun? "Dünya avamlığın yükselişine şahit oluyor dostlar." diyor. Evet; Amerika seçimlerini cahil cahil bağıran, göz göre göre ırkçılık yapan Trumph ‘un kazanması bile bunun ispatı. Bir şey ne kadar basit, ne kadar ucuz, ne kadar içi boşsa o kadar değer görüyor. Belki insanları bu rahatlatıyor. Belki de insanlar içlerindeki ucuzluğu bu yolla dışa vuruyor. Avamı seviyor insanoğlu. Avama yüz veriyor. Avamı yüceltiyor. Üstümüze sağdan soldan cahillik yağıyor. Ne kadar az bilirse insanlar, o kadar çok konuşuyor.
Bakıyorsunuz sağa, sola. Okuyorsunuz yazdıklarını. Dinliyorsunuz konuştuklarını. Ufkunuz iyiden iyiye kararıyor. Konuda sohbet edecek insan arıyorsunuz. Yok mu? Var tabii. Konu her ne ise aynı görüşte iseniz rahat rahat konuşabilir, tartışabilirsiniz (?) . Şayet, aynı görüşü paylaşmıyorsanız tartışmak bir tarafa, konuşmak bile mümkün değil. Size hiç düşünmediğiniz, olmadığınız her şeyi yakıştırıyorlar.
İşte içinde bulunduğumuz durumun kısa öz anlatımı. İnsanlar bir şekilde ayrışmış ve yahut ayrıştırılmışlar.
Hani derler ya; "Ölüm Köle ile Kıralı Eşit Kılar." Corona' da ölüm gibi diye konuşmuştuk ilk geldiğinde. Fakire zengine bakmıyor. Falan partiden filan siyasi teşekkülden diye tam bir ayırım da yapmıyor. Ciğerine yerleştiği insan kim olursa olsun, hastanelik ediyordu. Tam da öyle değil gibi. Sanki bazılarına gücü yetmiyor. İmkânları iyi korunmaya müsait olanlara. Dışarı çıkmama imkânı olmayanlar, başka bir deyişle çalışmaya mecbur olanlar için tam korunma
Mümkün değil. Evet; konuya bu noktadan bakınca tuzu kuru olanlar evinde oturuyor, diğer grup ise dışarı çıkmaya ve de çalışmaya mecbur. İşten çıkartılanlar hepten sokakta. TUİK önünde kuyruktalar. İş arıyorlar. Aynen çalışanlar gibi korunma önlemlerine uygulamaları zor, hatta mümkün değil. İş arayan veya test yaptırma savaşı veren bunun için 8 saat kuyrukta bekleyen insan hele hele bu işler için naçar toplu taşıma araçları ile gidiyorlarsa o süre zarfında elini bile yıkayamaz. Ne sosyal mesafeyi uygulayabilir ne de diğerlerini. Allah onları korusun. Tabii hepimizi. Konuya bu pencereden bakınca üzülüyoruz hepimiz.
Günler geçti. İşler sarpa sardı. Şimdi daha iyi değerlendirebiliyor ve yorumlayabiliyoruz. Corona' nın, bu mikroskobik, çirkin virüsü insanlar arasında ayırım yapmaya bizlerin yaşam şartlarının farklılığının zorladığı açık. Coronaya sorsanız, ne yapayım zayıf olanlara bulaşmak kolay, hata bense mi der. Şimdi de aşıyı bekler olduk. Allahtan aşı uygulamasının planlanmasına Corona karışmıyor. Alıştı ya. Korkarım ki, tersten başlayan bir sıra ile aşılatırdı milleti. Önce bulaşma döneminde ulaşıp hasta edemediklerini, daha sonra diğerlerini aşılatırdı.
Evet, bu melun virüsü ülkemizde barındıracağımıza bizler de Solomon adası yerlileri gibi yapsak, hep bir ağızdan ona kötü sözler fısıldasak üflesek kurur, çürür ve ülkemizi terk eder mi acaba? Yöntem ülkemizde de tutarsa bu adacığın yerlilerinden yeterli miktarda, 50, 100 adedini Türkiye’mize davet etsek, ( Biz yabancılara bakmaya onları barındırmaya nasıl olsa alışkınız, onları da Suriyeliler gibi rahat ettirebiliriz ) üstün kabiliyetlerinden ihtiyaç duyacağımız başka konularda da faydalansak kötü mü olur sizce? Ne de mi kullanacağız. Bir şeyler buluruz nasıl olsa. Eminim ki aklınıza birçok şey gelecektir.
Her ne ise Gülümseyerek bitirelim Olağanüstü durumlarda Türk Halkının espri yapma melekesi gelişiyor. Yaşanan sıkıntı bu konuda işe yarar hale dönüşüyor. Örnek mi? Bir korona atasözü dermiş ki: Ben gelip geçiciyim, Siz içinizdeki mikroplara bakın / Kadının biri kocasının telefonunu kurcalarken CORONA 1 diye bir kayır görür. Hemen arar, kendi telefonu çıkar / Yüzyılın son kabadayısı Corona. Küçücük adam dünyada ne kadar bar, pavyon kumarhane varsa kapattı. Saygılar Corona / Düşünsenize tam Corona bitmiş, Çinliler Covid 19 S Plus çıkarmışlar.
Hepimize sağlıklı günler olsun.
(**) Giriş metni düşünürlerin sözlerinin birleştirilmesi sureti ile oluşturulmuştur..
( * ) Bu yazı Mayıs 2020’ de pandemi’ nin başlangıcında yazılmış ve Aralık 2020’ de ilaveler yapılmıştır.
Yorumlar Tüm Yorumlar (15)