07 Ekim 2024, Pazartesi
Bilal YILDIZ
Bilal YILDIZ [email protected]

ALLAH KORKUSU MU? ALLAH SEVGİSİ Mİ?

Değerli okurlarım, bu hafta sivil havacılık, denetim vb. alanımdan farklı bir konuda yazdım. Daha doğrusu, üniversite öğrenciliğimde benim de yaşadığım barınma problemim özelinde, fakir öğrencilerin yurt sorununu daha önce yazmıştım. Sorun güncel olduğu için bu yazıyı, bu hafta köşemde paylaşmaya karar verdim. Kendi yurt problemimi anlattığım anekdotu bağlamından koparmamak için, yıllar önce yazdığım haliyle paylaşıyorum. Sonrasında güncel yorumumu ayrı bir bölüm olarak ifade edeceğim.

“…CNN Türk’te izlediğim bir tartışma programında, program sunucusunun dini örgüt ve tarikatların nasıl olup da eğitim alanında bu kadar kolay ve yaygın bir şekilde etkin olduğuna dair sorusu üzerine yapılan değerlendirmelerde; katılımcılardan birinin, önemli sebeplerden biri olarak devletin yeterince öğrenci yurdu yapmamış olmasını göstermesini, çok doğru ve yerinde bir tespit olarak değerlendirmiştim.

Yorumcu, 1984 de başlayan üniversite öğrenciliğinin ilk yılında, devlet yurtlarında yer bulamamış. Ankara'da yaşayan amcasında kalmış. Kendisine Fetöcü ve benzeri yurtları önermişler ama o hem mizacına uygun olmadığı için ve hem de amcası gibi bir şansı olduğu için bu beladan uzak durabilmiş.

Sene 1982. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi/Uluslararası İlişkiler Bölümünü kazanmış, yaşadığım şehir İzmit’ten Ankara’ya gelmiştim. KYK’ya başvurdum ama yurt çıkmadı. Baba inşaat ustası, sürekli bir işi ve düzenli geliri yok. Altı çocuk; biri ekstern olmak üzere, üçü üniversitede, üçü orta öğretimde okuyor.

Okul açıldı. Kalacak yer yok. Borç bulunan parayla Ankara'ya geldim. Saman Pazarı’nda ucuz bir otel buldum ve okula başladım. Para ancak, 15 günlük barınma ve iaşeme yetmişti. Telefonda babam, “Oğlum para yok. Bir çaresini bulana kadar eve dön.” Dediği için okulu bırakıp eve, yani İzmit’e geri dönmüştüm.

Liseden bir arkadaşım (aynı üniversitenin aynı bölümünü kazanmıştık) beni göremeyince, bizimle aynı okulda okuyan abime sormuş. O da mecburen durumu anlatmış. Beni 3 arkadaşıyla birlikte kaldığı öğrenci evinde kalmaya davet etti. İki ay kaldım arkadaş evinde. Birilerinin amcası varsa, benim de arkadaşım vardı.

Boş durmadım tabii ki; bir yandan devlet (KYK) yurdunu beklerken, diğer yandan da bana tavsiye edilen tarikat yurtlarını istemeye istemeye düşünmeye başlamıştım.

O zaman bu hainlere nurcular ya da şakirtler diyorlardı. Karabatak gibiydiler. Çok sinsi hareket ediyorlardı ve diğerlerine göre daha kibar ama daha ısrarcıydılar. Sırf bu sinsilikleri ve arsız ısrarları yüzünden, ben bunların öğrenci evlerini ve yurtlarını hiç düşünmedim. Ama en sonunda, ekonomik koşullarımın zorluğuna da dayanamayarak, başka bir tarikatın Saman Pazarı’ndaki yurduna müracaat etmeye mecbur kaldım.

Önüme önce, yanlış hatırlamıyorsam sekiz sayfadan oluşan çoktan seçmeli soruların olduğu bir sınav fasikülü koydular. Sorular daha çok siyasi görüşü ve dini inancı sorgulamaya, anlamaya dönük sorulardı. Okuduğun gazete, sevdiğin yazar gibi soruların yanı sıra, İslam’ın 5 şartı nedir? gibi çocukça sorular da vardı.

O dönemde nispeten daha muhafazakâr görüşlere sahip biriydim. Sorulara beklenen cevapları vermekte zorlanmadım. Ama bir soruyu cevaplarken, içimdeki şeytanı gemleyememiştim. “En çok neden korkarsın?” sorusuna, racona göre "Allah" cevabını vermem gerekiyordu. “Hiçbir şeyden korkmam.” cevabını verdim. “En çok neyi seversin” sorusuna ise, hiçbir şeyi sevmem diyemedim. “Allah” cevabını verdim.

Sınav kağıdım yurt yöneticisi olduğunu zannettiğim malum kisveli biri tarafından önce gözden geçirildi. Sonra da mülakata alındım. Belli ki; korkuyla ilgili soruya verdiğim cevap, bizimkinin ayarını bozmuştu. Önce samimiyetime inanmadığı için, diğer sorulara verdiğim cevapları detaylandırarak tekrarlattı. Tereddütsüz ve net cevaplarım, bu tarikat meczubunu daha da kızdırmıştı. Sonunda patladı!

“Demek sen hiçbir şeyden korkmuyorsun. Öyle mi?” Diye yüksek perdeden sordu. Ben de gayet sakin, “Evet, korkmuyorum. Korkacak ne var ki?” cevabını verdim. Bu cevabım üzerine daha da hiddetlenerek, “Sen Allah’tan da mı korkmuyorsun” diye kükredi. Ben de bu soru üzerine, soğukkanlılığımı koruyarak, “Allah’tan neden korkayım? Olsa olsa, belki, Allah’ın sevgisinden, merhametinden mahrum kalmaktan korkarım.” Cevabını verdim.

Son cevabım, tarikat meczubunun gardını düşürmeye yetmişti. Hemen konuyu değiştirdi. “Peki biz burada 5 vakit namaz kılıyoruz, akşamları ders yapıyoruz, bu sana uyar mı?” diye sordu. Ben de “Valla ders için söz veremem. Ama, benim şeytanım biraz kuvvetlidir. Düzenli namaz kılamıyorum maalesef. Bu vesileyle belki düzenli namaz kılarım.” cevabını verdim. Büyük mülakat bitmişti. On dakika sonra haber geldi. Kazanamamıştım. Çok şükür. Gerçi ben o yurda girsem bile en geç bir hafta sonra çıkardım. O da ayrı mesele. Sonra ne mi oldu? Ağabeyimin okulu bitiren bir arkadaşının maiyet memuru olarak tayini Anadolu'ya çıkmıştı. Abidinpaşa'daki ev-kira ortaklığını eşyalarıyla beraber bana devretti. Eşyalar: bir sünger yer yatağı, iki battaniye, bir küçük tüp gaz, bir elektrikli ısıtıcı, çaydanlık-demlik, tava, bir iki bardak tabak vs.

Evde ortak bir düzen yoktu. Biz iki kiracı, her birimiz kendi odamızda yaşıyorduk. Soba sistemli ev ısıtılmıyordu. İyice betonlaşmadan önceki Ankara'nın, o korkunç ayazını bilenler bilir. Bu nedenle, gün içinde mümkün olduğunca okulda oyalanıyor; eve gelir gelmez çay eşliğinde yumurta, peynir, zeytin vs. yiyip; hemen çift battaniyenin altına giriyordum. Derslerimi çalışırken, erkenden uyuya kalıyordum. Sabah dersim olmasa bile, üşümemek için okula gidip, kütüphanede oyalanıyordum.

İlk dönem böyle bitti. İkinci dönem Cebeci Yurdu’na yerleştirildim. Koğuş sistemli (28 kişilik) odada yarım dönem kaldım. Harika bir yurttu. Darbe (12 Eylül1982) rejiminin atadığı binbaşı rütbeli yurt müdürü, bize geceleri koğuş nöbeti tutturuyordu. Olsun, her yer sıcacıktı. Yurtta akşamları sıcak yemek yiyip, sıcak yatağımda uyuyup, sabah kahvaltı yapabiliyordum. Allah devlete zeval vermesin.

Sonradan öğrendim. Kardeşlerin aynı yurtta kalma hakkı varmış. İkinci sınıfta müracaat edip, okulu bitirene kadar, 5 kişilik odasında kalacağım “Cumhuriyet Yurduna” geçtim. Fakir çocuklarının sığındığı, okuyup Cumhurbaşkanı bile olabildiği “Türkiye Cumhuriyeti” nin yurduna.

Umarım bu günlerde yaşadığımız musibet, devletlu büyüklerimize bir ders olur. Eğitimi bir yük olarak görmekten ve dinci, bölücü hezeyanlarla politize etmekten vaz geçerler. Her türlü tarikat yurdunu kapatırlar. Daha doğrusu ya devletleştirip fakir öğrencilerin istifadesine sunarlar ya da düzenli kontrol ederler. Evet, ibretlik yurt hikayem bu kadar... “

Çocuklarımıza korkuya, korkutmaya dayalı öğretilerle asla iyi ahlak kazandıramayız.

Bu hikâyeyi okuyanlar, ne yani? Dini yapılanmalar yurt açamaz mı? Bunda ne sakınca var diye itiraz edebilirler. İlkesel olarak haklı bir soru. Ancak, yaşadığımız acı tecrübeler niyetlerinin sadece fakir öğrencilere yardım etmekten ibaret olmadığını gösteriyor. Sadece yurt açmak değil, eğitimin tamamında hem rantçı ve hem de modernite düşmanı dinci, bölücü hezeyanlardan ibaret niyet ve amaçlarının olduğu çok açık.

Kaynağı ne olursa olsun bize yıllardır korkuya dayalı ahlak anlayışı önerenler, öğretenler, hatta dayatanlar, dinden referans aldıklarını söylüyorlar. Ancak, bu söylem kesinlikle doğru değil. Korkuya, korkutmaya dayandırılan hiçbir eğitim ve terbiye yöntemi başarılı olamaz. Narin kızın vahşice katledilmesiyle ortaya dökülen ahlak dışı, hatta insanlık dışı olaylar ve ilişkiler, dine dayandırılan Allah, cehennem vb. korkusuyla insanların iyi ahlaklı olmadığını, olamayacağını, bir kez daha açıkça gösterdi bize.

Toplum olarak sorunumuzun dinle, dindarlıkla alakası yok. Ama din istismarıyla var. Geldiğimiz noktada maalesef yıldan yıla durum daha da kötüleşiyor. Çünkü yıllardır içine düşürüldüğümüz haset-hamaset ve husumet çukurunda, birbirine yabancılaşan, yabancılaştıkça karşısındakini anlayamayan, anlamak istemeyen ve bu nedenle giderek düşmanlaşan bireylerden oluşan bir toplumda yaşamak zorunda bırakılıyoruz.

Çünkü birileri, bu ötekileşmenin, kamplaşmanın kendileri açısından tutarlı bir siyaset olduğunu düşünüyorlar ve yıllardır aileleri bile bölme, kardeşi kardeşe düşman etme pahasına, toplumdaki bütün farklılıkları sürekli kaşıyorlar; milli ve kültürel değerlerimizi sürekli istismar ediyorlar, sürekli aşındırıyorlar.

Eğitim sorununa dinci tasavvurlarla yaklaşıp, Allah korkusu duyan nesiller yetiştirmekten bahsedenler, umarım bu riyadan vazgeçerler ve korkuya dayalı bir eğitim anlayışının ve sisteminin bu ülkenin çocuklarına faydasının olmadığını, olamayacağını artık idrak ederler.

Toplumsal barış içinde birlik ve bütünlük için, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere insana, hayvana, doğaya sevgiyi, saygıyı tavsiye edip; bu doğrultuda hareket ederler. Aksi takdirde, yani rüzgâra karşı tükürmeye devam ettikleri takdirde, düşman ilan ettikleri bir yana, kendi çocuklarına yenilecekler. Ancak ve her halükârda, bu millete yaptıkları büyük kötülüklerle anılacaklar.

Allah ile korkutanlara Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar ne güzel kapak yapmıştı:

Hiç çalmadım. Günah olduğu için değil, karaktersizlik olduğu için. Muhtaçlara yardım ettim. Sevap olduğu için değil, insan olduğum için. Hiç rüşvet almadım. Haram olduğu için değil, etik olmadığı için. Yani insan olmak için, önce vicdanımız olmalı. Demişti.

Büyük Türk Şairi Ziya Gökalp’i de bu vesileyle anmadan geçmeyelim.

Benim dinim ne ümittir ne korku,

Ben Tanrıma sevdiğimden taparım.

Ne cennet ne cehennemden bir korku,

Almaksızın ödevimi yaparım.

ALLAH KORKUSU MU? ALLAH SEVGİSİ Mİ?

Yorumlar

Eski Ukrayna sevdalısı ~ 9 saat önce
Şanlı çapkın 2009 yılından itibaren ukrayna ve Rusya seyahat pass bilet fotokopileri eski bir müdür deymiş Buna uygun görevlere talip olmalı. O müdürde şimdi Handling anlaşmalarda uzman kızağına çektiler. Dimyat pirince giderken evdeki bulgurdan olma memo .

Yanıtla

Kalan karakter 1000
Şanlı çapkın ~ 10 saat önce
Şanlı müfettiş in 2011 den itibaren uçtuğu pass biletlere bir bakın . Ukrayna hovardalığını görürsünüz . Ukrayna ya göreve gitmiş ondan sonra orası Kabe'si oldu .Şimdiki Finlandiya müdürüne sorun isterseniz.Gelip gidiyormuydu sık sık Simferopole.

Yanıtla

Kalan karakter 1000
Konyalı ~ 14 saat önce
Bu dincilerin ne kadar güzel bir dini var , her türlü haltı işleyip bir Tövbe iki rekat namazla tertemiz oluyorlar. Kıymetini bilsinler bu dinin . Birden gülmek geldi .Birde bunlara bu dini Kelime-i şahadeti getiremeyen Diyanetci Audi billahi mineşşeytanirracim dini öğretiyor. Onlarda hep uckurla ilgili fetva veriyor. Helal haram İle ilgili Fetva duydunuz mu siz hiç.

Yanıtla

Kalan karakter 1000
Neden acep ~ 18 saat önce
Teftiş yazılarınıza ara verdiniz. Teftiş başkan yardımcısının işten atıldığı söyleniyor.Doğrumu dur.

Yanıtla

Kalan karakter 1000
lawer ~ 17 saat önce
Doğrudur.yerine de şanlı bir müfettiş göz koymuş ama dimyata pirince giderken….
Önce vicdan ve ahlak ~ 19 saat önce
Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar: Hiç çalmadım. Günah olduğu için değil, karaktersizlik olduğu için. Muhtaçlara yardım ettim. Sevap olduğu için değil, insan olduğum için. Hiç rüşvet almadım. Haram olduğu için değil, etik olmadığı için. Yani insan olmak için, önce vicdanımız olmalı. Bir cami imamının astığı güzel bir yazı: "Çocuklara ibadet etmeyi öğretmeden önce ahlaklı olmayı öğretelim yoksa; Çocuklarımız; Namaz kılan bir hırsız Oruç tutan bir sapık Hacca giden bir yalancı Kurban kesen bir tefeci Şehadet getiren bir terörist olabilir." Alıntı

Yanıtla

Kalan karakter 1000
Kıssadan hisse ~ 5 saat önce
Güney Afrika'da bir üniversitenin giriş kapısında aşağıdaki mesaj yazar: "Herhangi bir milletin yok edilmesi atom bombası veya uzun menzilli füzelerin kullanılmasını gerektirmez. Sadece eğitim kalitesini düşürmek ve sınavlarda kopya çekilmesine izin vermek yeterlidir." Hastalar bu tür doktorların ellerinde ölür. Binalar bu tür mühendislerin ellerinde çöker. Para, bu tür ekonomistlerin ve muhasebecilerin elinde kaybolur. İnsanlık, bu tür din adamlarinin elinde ölür. Adalet, bu tür hakimlerın elinde kaybolur ... "Eğitimin çöküşü milletin çöküşüdür."

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000