Ne zaman bu tür bir konu açılsa aklıma “Sismograf ” adını verdiğimiz bir Başmüdürümüz gelir. Rahmetler olsun. Eğer teperdekilerden birini yolcu etmek için uçak başına gitmez ise o zatın görevden alındığını / alınacağını anlardık. Genelde de doğru çıkardı.
Vakti zamanında diğer tüm Bakanlar gibi, seyahatlerinde havalimanına polis koruma araçları ve kendisini uğurlamaya gelen zevatın araç konvoyu refakati ile gelen, VIP salonunda etrafını saran ilgili ilgisiz birçok insanla görüşme durumunda olan siyasiler vardı. Şimdi de benzerleri var. Zaman değişti ama davranışlar aynı. . Konu ettiğimiz bu kibar insan İstanbul beyefendisi sözcüğünün kapsadığı tüm özel niteliklere sahip Dış İşleri eski Bakanımız.
Tabii ki haftanın bir kaç günü İstanbul - Ankara arasında uçakla mekik dokuyan bu insanın yanına o zamanlar havalimanında yaklaşmamız mümkün değildi. Zaten etrafındaki çemberi yarmak imkânsıza yakındı. Onlara tam ters olan bir zihniyet iş başındaydı.
Havalimanının yoğun günlerinden biriydi. O günkü Nöbetçi Müdürümüz işe gelememişti ve onun görevini yürütmek üzere İç hatlara gitmiştim. Kontuarlara bir baktım ve söz konusu kişinin kuyruğun arkasında yanında kendisi gibi siyasi yaşamın popüler şahsiyetlerinden, dönemin eski Bakanlarından biri ile beklediğini gördüm. Hemen yanlarına giderek kendilerini nöbetçi müdür odasına davet ettim. Kırmadılar.
O anda düşüncem, Müdüriyet de misafir ettiğim Sayın Hayrettin Erkmen ve Sadettin Bilgiç ile ilgili değildi. Onlara kendime yakıştırdığım şekilde Türk Hava Yollarının misafirperverliğini sunuyordum o kadar. Ben yalnız insanların ne denli menfaatperest olduklarını, aynı görüşte olmasalar da güçlülerin yanında, yakınında bulunmak için her şeyi yaptıklarını düşünmüştüm onları kontuar önünde yalnız bekler görünce. O şakşakçılar Şimdi neredelerdi?
Kendisine yeğeni ile olan arkadaşlığımdan bahsettim. Dinledi. Bu arada Nöbetçi Müdür odasına gelenler, misafirlere baktıktan sonra, arkalarını dönüp çıkıyorlardı. Tek bir kelime söylemeden ve de şaşkınlıkla. Bir ara
Sayın Bakanın bana bakarak gülümsediğini gördüm ve kendime geldim. Ama bir şey söylemediler. Uçağın kalkış saati gelene kadar kâh aralarında konuştular kâh havayollarında işlerin nasıl gittiğini sordular, dinlediler.
Uçak anons edilince kendilerine refakat ederek onları uçağa götürdüm. Arka kapının önünde araçtan indiler. O uğurlayıcı kalabalıktan şimdi ortada kimse yoktu. Bir kişi bile. Acaba neredeydiler? Beni uzaklara götüren düşünce buydu. Bunları düşünürken dalmışım ve uzun süre konuşmamışım.
Rahmetli Hayrettin Bey. Koluma girdi ve " Çetin Bey yaşam böyle işte. Sende alışmalısın. Yoksa çok üzülürsün. Bu denli hassas olma. Teşekkür ederiz" dedi ve uçağa çıktılar. Kalakaldım orada. Demek ki dalıp gitmemden ne düşündüğümü anlamışlardı. Kendilerini hürmet ve rahmetle anıyorum.
O dönemde Havayollarında siyaseten etkin olan grup beni pek sevmezdi nedense. Aslında herkese siyasi yakıştırmalar yapılırdı o dönemlerde. Bizden, bizden değil ayırımı vardı, şimdiki gibi. Bende bir türlü memuriyet yaşamımın hiç bir döneminde etkin olan ''bizden'' grubunun içine girmemiştim. Nedense hep karşı muhalif guruba yakıştırılırdım.
Ve de o hafta içinde etkin grubun havalimanındaki en yetkili insanı olan bey odama geldi. Söylediği beni düşündürmemiş ama şaşırtmıştı. "Biz sizi yanlış tanımışız, siz bu dönemde bizim iki bakanımızı odanızda misafir edip yolcu etmişsiniz, bundan sonra sizi kendimize daha yakın göreceğiz
Kendilerini dinlemesine dinledim ama derdimi, düşüncemi bir türlü anlatamadım. İnsanların belirli hasletlerden ne denli uzak kaldıklarını görmek üzücüydü. Benim davranışımın bizden veya sizden olmakla bir ilgisi yok. Tamamen insanlıkla ilgilidir. Bir adım öte " Çetin Özbey " olmanın gereğidir diye cevapladımsa da dinleyene, saçma, laf olsun diye söylenmiş bir söz gibi geldiğine emindim. Zaten ondan sonrada kimseye anlatamadım bu derdimi.
Evet; yaşam ve yaşadıklarımız böyle işte. Daha doğrusu yaşamın en önemli parçası olan insanlar böyle.
Bir gün gelir, güçlü günlerin dostları ortadan kaybolurlar. .İlk başta arada bir sorarlar, telefonla. Nasılsın, özledik vb. yapmacık sözlerle. Süre geçer, bayram ve seyranlarda ararlar. Bir süre sonra ona da gerek duymazlar, ne ararlar ne de sorarlar.
Bazı insanların, diğerlerinden özenle sakladıkları gerçek yüzleri böylesine çirkin ve renksiz Bu konuda en etkili ilaç mı? “Zaman tablet. 50 mgr” Yaşanmışları unutturmuyor ama alıştırıyor. Eskisi kadar üzülmüyorsunuz.
Hangi Suali Sormak daha doğru: Allah bizi artık sevmiyor mu? Veya Allah bizi neden sevsin ki?
Gerçekten de birçok yönden daha tehlikesiz yaşar durumdayız. Yaşamımızdaki risk yüzdeleri azalıyor. Son yüzyılda araba kazasında can kaybı riski %96 daha az. Kaldırımda araba çarpması riski ise %88, uçak kazası can kaybı riski %99 ve de iş kazası can kaybı riski %95 daha az. Kuraklık, sel, yangın, fırtına, volkan, heyelan, deprem ve meteor çarpması gibi doğal felaket sebebiyle can kaybı riski de %89 daha azalmış eskilere göre. Evet, teknoloji ilerledikçe daha risklerin azaldığı başka bir deyişle güvende olduğumuz ortada. Başka bir deyişle evet, bizi bekleyen birçok tehlikenin yüzde olarak azaldığı görülüyor ama bu arada insanlığımızı yitirdik mi dersiniz? Yoksa bana mı öyle geliyor? Kim bilir?
İnsanların salt siyasi görüş ayrılığı nedeni ile haklı olmalarına rağmen birbirinin üzerini çizerek tüm bir aileyi perişan ettikleri bu çirkin ortamı hazırlayanlar ve de davranışları ile bunu tasdik edenler, sizce nasıl bir ruh hali içindedirler? Onlara ettiğim tek beddua Niyetleri kaderleri olsun.
2009 yılı Eylül ayında İstanbul İkitelli’ de büyük bir sel olayı vuku bulmuştu. 35 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Gece yarısı başlayan şiddetli yağış nedeniyle kentin en işlek otoyollarından ikitelli Basın Ekspres yolu tamamen kapandı. Trafiğe kapatılan basın ekspres yolunda sel nedeniyle yol kenarlarında bulunan birçok fabrikanın camlarının kırıldı. Fabrikaların ve satış mağazalarının malları yol kenarlarına saçıldı. Sabah erken saatlerde ellerine poşetler ve çuvallarla bekleyen bazı kişiler uyarılara aldırmayarak ne buldularsa yağmalamaya devam ettiler. Su basan mağazalardaki malzemeleri kapan aldı gitti. Mağazalardan dışarı taşan malzemeleri de tabii ki. O sıralarda iş yerim oradaydı. Ömür boyu unutabilmem mümkün değil gördüklerimi.
Evet, büyük Türk Milletinin iyi insanları Elazığ depreminden sonra söz konusu ilimizdeki ev kiralarını 1’ e 3 artırdılar ve büyüklüklerini gösterdiler. Ne hükümetin nede Valiliğin çağrıları fayda sağlamadı. Van depreminde felaketzedelere gönderilen yardım malzemeleri bazı kendini bilmezlerce talan edildi. Bunu bizzat yaşadım. Yardım diye şirketim tarafından gönderilen malzemeler kaybolmuştu. Araştırdılar, ne olduğunu öğrendik.
Rakı hayli pahalı değil mi? Çare tükenmez, senelerce önce çözümü sahte rakı üretimine bulduk. Daha iki, üç sene önce 55 kişiyi aşkın insan öldü sahte rakıdan. Üstelik bu ilk de değildi. Sonuncusu da olmadı. Halen devam ediyor.
Hep birlikte bir Pandemi yaşıyoruz, üçüncü senesindeyiz. Hatırlar mısınız? Korunmanın en önemli faktörü maskeydi. Piyasa süratle kalitesiz maske dolmuştu. Pazarlarda 15-20 TL’ye düşmüştü maskeler. Televizyonlar ha babam kalitesiz maske kullanımına dikkat çekiyordu. Kimin umurunda. Ailesi, çoluk çocuğu hastalanır diye düşünmeden kazandığı paraya bakıyordu necip Türk Milletinin bu işi yapan üreticileri.
Evet, savaştan kaçan Ukraynalılar ülkemize sığınınca da, kiralar 3 misli arttı diyor gazeteler. İzmir depremini takip eden günlerde de aynı durumu yaşadığımız hatırlardadır zannederim.
Gazetelerin 3. sayfalarına bir bakın. Önlenemeyen kadın cinayetleri ile dolu. İnsanların dövülmesi, taciz edilmeleri, hırsızlıklar ayrı bir konu. Trafik kazalarının çoğunluğu da cehaletimizin bir göstergesi gibiler. Aşırı sürat, trafik kaidelerine uymamak, vb.
Şu anda ülkemiz ekonomik bir sorun yaşıyor. Sebebi şu veya bu fark eder mi? Aşırı pahalılık insanların taşıyamayacağı bir yüke dönüştü? Bakıyorsunuz ki ( x ) marka, bir kiloluk bir ürün a marketinde 30, diğerinde ise 45 TL. .Her iki marketinde kapısında aynı afiş var. Büyük Ucuzluk. İstifçilerin yaptıklarını herkes biliyor.Raflarda yağ yok, şeker yok. Zammı takiben doluyor raflar.
Serap Ezgü, Müge Anlı, Esra Erol’un TV programlarına bakıyor musunuz hiç. Cinayetler, kayıplar vb. Programa iştirak eden müştekilere bakınca hem cehaletimiz hem de çaresizliğimiz net bir şekilde ortaya çıkıyor. Ahlaki çöküşümüz de ekranlarda. Herkes birbirini aldatıyor.
Hadi bunları bırakalım bir kenara, şu bizim kaleme aldığımız yazılara gönderilen yorumlara gelelim. Yorum adı verilen bu satırları daha düşmanca kaleme almanın başka bir yolu yok. Tabii kendini VPN denilen bir duvarın arkasına gizleyerek. Sözüm ona birbirleri için bunları yazanlar aynı ailenin fertleri gibi. Aynı şirketin çalışanları, adeta birbirine düşman olan kardeşler..
Bu örnekleri, benzeri yaşanmışları çoğaltmak tabii ki mümkün de buna gerek var mı?
Evet, yok olan ne? İnsanlarınız birbirine karşı duyduğu sevgiyi ve daha önemlisi saygıyı yitirdiler. Artık birbirimizi sevmiyor, saymıyoruz. Birbirimizi düşünmek ise hiç yok. Birbirimize karşı hislerimiz kin, hırs ve düşmanlık ile besleniyor gibi. Büyük Milletiz Vesselam. Lafa gelince hepimiz fedakâr, necip ve asil Türk Milletinin mensuplarıyız.
Bunların tümünü yaratmamıza ve de tümünü yaşanmamıza rağmen halen Allah’ın bizi sevdiğine inanan var mı? Başka bir soru daha? Allah bizi neden sevsin ki?
PGS BAY NANENİN KONUYA BAKIŞI: SORUNUN ÇÖZÜMÜNÜ SATIN ALACAK KADAR PARANIZ VARSA, ORTADA SORUN YOK DEMEKTİR.
PGS davayı kaybetti ve işten çıkarttığı çalışanlarına 20 brüt maaş ödemeye mahkûm edildi. 2021’ yılının ilk aylarından itibaren Disk’ e bağlı Nakliyat İş’in örgütlenme çalışmaları yürüttüğü Pegasus’ da tepe yönetim sendikalaşmanın önünü kesebilmek için 80’ ni sendikalı olan 106 çalışanı işten çıkartmıştı. Sendikanın desteği ile açılan davayı çalışanlar kazandı. Hayırlı olsun inşallah.
Evet, Bay Nane. Davaları kaybedip kanunun öngördüğü tazminatları ödersen ( işe iade kararını zaten uygulamazsınız ) sizin açınızdan ortada sorun kalmaz. Nasıl olsa paranız var. Sendikaya başarılar diliyoruz.
Yorumlar Tüm Yorumlar (32)