THY hayali ile başlayıp THY’nin hayalleri söndürdüğü bir hikayenin kahramanından bahsedeceğim. Tam yirmi gün önce THY’nin pek muhterem(!) yönetim kurulu başkanı İlker Aycı’ya çağrı yapan bir yazı kaleme almıştım.
“Bir dramın parçası olmak ister misin” diye başlayan köşe yazımın konusu THY’nin yüzde 50 ortaklığındaki Turkish Do&Co çalışanı iken, hiç sorgusuz-sualsiz işten atılan Muhammet Çaltılı’nın acıklı yaşam hikayesinden bahsetmiştim.
Sonra da; hiçbir önyargı beslemeden bu Anadolu evladının en azından moralinin düzelmesi için yardım etmesini istemiştim.
Ne yazık ki, körelen vicdanlar, umursamaz yürekler bu çağrıya sessiz kaldı, tepkisiz kaldı. Çünkü o bir Yunan değildi göçük altında kurtarılsın, çünkü o Somalili değil aç karnı doyurulsun, çünkü o saf Anadolu evladı Türk oğlu Türk idi.
Ama birileri sessiz diye biz sessiz kalamazdık. Bir avuç duyarlı THY çalışanı, bir elin parmağını geçmeyecek kadar yürekli Do&Co çalışanı Muhammet’i sahipsiz bırakmadık.
Isparta’daki yaşam savaşına İstanbul’da daha fazla destek olalım diye elimizden geleni yaptık. Onu İstanbul’a getirdik. Getirdik getirmesine ama başaramadık.
Daha önceki yazımda acıklı hikayesini paylaşmıştık.
Demiştik ki; annesiz-babasız kendini yetiştiren bu gencimizin uçma hayali, gökyüzünde özgür olma hayali Turkish Do&Co ile kısa bir süre de olsa vücut bulmuş ve fakat aynı şirket tarafından kaynar kazana koyarcasına işten kovulmuştu.
Ve demiştik ki, Muhammet şirketini çok sevdiği için mahkemeye bile gitmedi. Ama uğradığı haksızlık, yaşadığı depresyon, içine atıp haykıramadığı sorunları onu çaresiz hastalığın pençesine almasına neden olmuştu.
THY yan kuruluşu Turkish Do&Co hatasını anlayıp onu geri çağırdığında o korkunç gerçekle yüz yüze gelmesine sebep olmuştu.
Hem parasızlık, hem çaresizlik sinsi sinsi ilerleyen hastalığın tedavisini engellemiş ve biçare bırakmıştı onu.
Hem THY’de hem yan kuruluşlarında haksız yere işinden edilen gençlerimizin, kızlarımızın yaşadıklarının acı bir örneğidir Muhammet.
Ve 7 Eylül günü Muhammet yardımsever arkadaşlarının çabalarına rağmen hayata tutunamadı. Ölmeden iki gün önce ziyaret ettiğimde o kadar ağrıları vardı ki; “Abi konuşacak halim yok, ilaçlar beni mahvetti. Hakkını helal et” diyebildi. Varsa helal olsun kardeşim ve “sen bize hakkını helal et” diyorum.
Hayat hikayesi beni çok etkilemişti. Ancak ölmeden evvel abisine söyledikleri büsbütün dağladı yüreğimi. “Keşke 60-65 yaşına kadar yaşayabilseydim abi, keşke biraz daha uçabilseydim abi” son sözleri oldu onun. Sonra sonsuzluğa uçmak için gözlerini kapadı.
Bakmak istemedim yüzüne, son gördüğüm gibi güler yüzü ile hatırlamak istiyordum ama dayanamadım baktım. Boynu büküktü Muhammet’in. Ömrü boyunca yaşadığı acıların, talihsizliklerin, kahpeliklerin, vicdansızlıkların karşısında boynunu bükmüştü sanki.
Çünkü insan olmanın “güç sahibi olmak, para sahibi olmak, makam sahibi olmak” olduğunu düşünen insanların varlığını göçüp giderken anlamıştı.
Ve Muhammet son kez uçtu memleketine. Bu kez üç-beş tahtadan yapılan tabutla. Geride üç-beş dost binlerce vicdansız bırakarak gitti.
Buradan çıkartılması gerekenler çok. Sayfalarca yazılır, onlarca kitap hikayelenir.
Ama bilinmesi gereken şu ki, Muhammet’in hayatını karartanlar, başka hayatları da kararttılar. Onları tıpkı FETÖ’cüler gibi iftiralarla, düzmece iddialarla sevdikleri işten ettiler.
Denilebilecek tek söz var. Vicdan, vicdan, vicdan.
Bırakın artık şu “cüzdan, cüzdan, cüzdan” demeyi.
Yorumlar Tüm Yorumlar (23)