Yazıma başlamadan önce tüm okurlarıma 2025 yılında sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim.
Geçtiğimiz hafta medyada okuduğum bir haber bana, hem başlıktaki 10 yıl önce söylenmiş, özlü sözü hatırlattı ve hem de beni bu konuda yazmaya sevk etti.
Sayın Maliye Bakanın on yıl önceki sözlerini hatırlayalım. “...Araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını yapanlar topu topuna, genel müdür ve üstünden bahsediyorum, taş patlasa 2 bin tane genel müdür var. 40 tane müsteşar ve 100 tane müsteşar yardımcısı olsa, abartıyorum, 26 tane bakan, bunların hepsini toplasanız Türkiye'nin milli gelirinde, Türkiye'nin bütçesinde çerez parası değil...” Demişti.
Haber, şirket araçlarını personelin özel kullanımına (işe gelip-gitmek dahil) tahsis eden şirketlerden, bu kullanımlar nedeniyle vergi alınması hakkındaydı ve bir yönüyle sayın Maliye Bakanımızın, “çerez parası” olarak tanımladığı büyüklük algısı standardının geçen 10 yılda nasıl değiştiğine işaret ediyordu.
Vergi uygulamalarına göre, çalışana araç tahsis etmek suretiyle sağlanan menfaat, ödenen ücret gibi sayıldığından, gelir vergisine tabi olması gerekiyormuş ve bu menfaati vergilendirmeyen şirketlerden vergi cezası kesiliyormuş. Şirketlerden önce kamudaki kiralık araç israfını milli gelirin yüzde biri bile değil diyerek, önemsiz gösterenlerin, bugün personeline işi gereği tahsis ettiği araç nedeniyle, şirketlerden vergi alma noktasına gelmiş olduklarını görüyoruz. İlginç, değil mi?
Tam bu noktada haklı olarak, vergilendirme özel şirket araçları hakkında! Kamu araçlarını kapsamıyor. Hatta bu araçlar hakkında ciddiyetle uygulanan tasarruf tedbiri bile yok diyebilirsiniz ve bu haklı bir itiraz olur. Ancak, yine de sayın bakanın çerez parası anlayışının, daha doğrusu topluma yansıttığı algının büyük değişime uğramış olduğunu söylemek mümkün.
Çünkü, bahsettiği çerez parasının belki yüzde biri bile olamayan bu ilave gelirin bile, ne denli önemli olduğunu artık idrak etmiş durumdalar. Başka bir ifadeyle, aklından tasarrufun “T”sini bile geçirmeyen ve on yıl önce ülkenin milli gelirinin yaklaşık yüzde birine tekabül eden “çerez parası” nı önemsemeyen zihniyet, bugün kaynak arayışına girmiş, adeta sinekten yağ çıkarmaya çalışıyor.
On yıl sonra gelinen noktada, vatandaşın kredi kartının limitinden bile vergi almayı düşünenler, şirketlerin üst düzey yöneticileri ile personeline (satış, pazarlama vb.) eve gidip gelmeleri ve işte kullanmaları amacıyla tahsis ettikleri araçlarına, açıklanan nedenle vergi cezası uygulamaya başlamışlar.
Diğer yandan, bu yazının konusu elbette kamudaki araç saltanatı ve israfı değil ama bu husustaki görüşümü de belirtmeden geçemeyeceğim. İsrafı önleyeceğiz diye gelenlerin döneminde kamudaki toplam araç sayısının 125.000’i aşmasını hayret ve ibretle izliyoruz! Bu araç sayısı, medeni ülkelerin en az 5 katı. Bu yüzden, Cuma namazlarına onlarca lüks araçtan oluşan filolarla gidilmesini hep eleştirip durduk. Hatta koskoca DİB’na üç kuruşluk A8 model Audi marka makam aracını bile çok gördük. Çünkü biz yerli malı kampanyalarıyla büyütüldük. Bize kamu malında her kulun (vatandaşın) hakkı olduğu, israfın haram olduğu söylendi. Öğretildi. Vergisini ödeyerek çerez paralarını finanse eden vatandaşlar olarak kesinlikle haklı ve tutarlı bir çizgideyiz ve bu israfı eleştirmeye devam edeceğiz.
Tekrar konumuza dönecek olursak, şirketlerin üst düzey personeline araç tahsis etmesi yeni bir uygulama değil elbette. Yıllardır var. Ama belli ki; sayın maliyemiz bunu yeni keşfetmiş. Daha doğrusu, konuyu biraz araştırınca, öğrendim. Bu konuda mevzuatta bir değişiklik yapmamışlar, aslında. Uygulamadaki yorumları değişmiş.
Şöyle ki: Maliye, bu araçların iş dışı kullanım giderlerini net ücret (gelir) olarak kabul ettiğinden, bu tahsisin (faydalandırmanın) vergilendirilmesi gerektiğine karar vermiş. Bu konudaki Özelgeye göre: “Şirketlerde CEO, Yönetim Kurulu Üyeleri ve CFO’lara bu sıfatları dolayısıyla tahsis edilen araçların, işle ilgili olarak kullanılmadıkları (işe geliş- işten dönüş, hafta sonu tatili, bayram tatili vb.) dönemlere ilişkin giderlerinden, şirketler tarafından karşılanan kısmının, net ücret olarak kabul edilmesi ve bu ödemelerin gelir vergisi tevkifatına tabi tutulacakmış.
Söz konusu haberde uygulandığı belirtilen vergi cezası kesintilerinin dayanağını bu görüş oluşturuyormuş. Hatta Danıştay da bu konuda Maliye ile aynı fikirdeymiş. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de sayın Danıştayımız ve sayın Maliyemizle bu konuda aynı fikirdeyim. Bu yüzden yeni uygulamayı ilk duyduğumda prensip olarak hak vermiş, ama pratiği o kadar kolay olmaz diye düşünmüştüm. Nitekim uzmanlarına sorduğumda, bu görüşümde haklı olduğumu öğrendim.
Vergi incelemelerinde, şirketlerin üst düzey yöneticileri ile personeline tahsis edilen araçların iş dışında kullanılıp kullanılmadığı araştırılarak, tespit edilen kullanımlar (örneğin işe gidiş-dönüş, hafta sonu veya bayram tatillerinde de kullanılıyorsa) net ücret (gelir) olarak kabul ediliyor demiştik. Ancak, günlük kullanımın ne kadarının iş gereği ne kadarının özel olarak yapıldığını ayırt etmek çok zor.
Bu nedenle, varsayımsal bir hesaplamayla bir yıl 360 gün kabul edilmek suretiyle, 120 günü, yani harcamanın 1/3’ü özel kullanım olarak değerlendiriliyormuş. Bir başka duyuma göre de araç başına bir matrah tespit edilerek vergi cezaları kesiliyormuş. Ancak, bu yeni uygulamadaki tarhiyatların bazıları dava konusu olmuş ve mahkeme hesaplamanın varsayımsal olduğu gerekçesiyle, davacı şirket lehine karar vermiş.
Aslında, çağdaş uygulamalarına baktığımızda, daha doğrusu gelir vergisinde beyan esasının uygulandığı ülkelerdeki uygulamalara baktığımızda bu işin çok basit bir şekilde çözülmüş olduğunu görmek mümkün. Çalışan kendisine verilen aracın şirket tarafından karşılanan kullanım masrafını (akaryakıt gideri) gelir benzeri olarak beyan edip, yıllık gelir matrahına ekleyerek vergilendirilmesini sağlamakta. Ama bizim tümüyle, beyan esasına geçebilmemiz şimdilik mümkün görünmüyor. Çünkü öncesinde başka şeyleri halletmemiz gerekiyor.
Tahsisli araçlardan vergi alınması uygulamasında, herhangi bir şirkete istisna yapıldığını, yapılacağını sanmıyorum. Ancak, gözden kaçanlar olabilir. Mesela, bazı şirketler var. Müdür ve üstü çalışanlarına yüzlerce yabancı model (yerli ve milli olmayan) kiralık araç tahsis ediyorlar. (Tam bu noktada hizmet tahsisli mi? makam tahsisli mi? Diye sorarak meseleyi sulandırmaya çalışmayın lütfen! Çünkü, yukarıda açıkladık. Sayın maliyemiz böyle bir ayrım yapmamış. Yapmıyor.)
Ne var ki; işlerine geldiği zaman kamu şirketi, gelmediği zaman özel şirket statüsünde kabul ediliyor bunlardan bazıları. Bu nedenle, Maliye Bakanlığı’nın başlattığı yeni uygulamasının, daha doğrusu vergi denetimlerinin kapsamında, bahse konu şirketlerin yer almamış olması mümkün.
Sayın maliyemiz bir bakmak isterse, araçlarında mevcut olan taşıt tanıma çipleri kayıtlarından, her bir aracın yakıt sarfiyatını tespit edebilir ve ne kadarlık kısmının vergilendirilmesi gerektiğine de karar verebilir. Böylece, varsayımsal hesaplamalar yapmak yerine, somut verilere dayanarak, sayın yargımızı ikna edecek bir hesaplama yöntemi de bulabilirler. Ya da araç başına salma salmak, daha tartışmasız bir çözüm olabilir. Diye düşünüyorum.
Bir de bu araçların amaç dışı yaygın kullanımları, şirket personeli olmayan kişilere tahsis ediliyor olmaları gibi, prosedürlere aykırı uygulamalar da var. Tıpkı bazı kamu personelinin Taşıt Kanunu’nu ihlal eden yanlış kullanım alışkanlıkları gibi. Ancak, sayın Maliyemiz bunlarla ilgilenmez diye düşündüğüm için, yazıyı bu konuda detaylandırmama gerek yok sanırım. Bilen biliyor zaten.
Son söz: Verimliliğini, karını düşünen şirket, koşulların gerektirdiği şekilde personeline araba tahsis eder vergisini de öder. Ancak, ödediği verginin çarçur edilmediğini ve bu uygulamada çifte standart olmadığını görmek, bilmek ister. Ayrıca yetkililerin, “itibardan tasarruf olmaz”, “çerez parası” vb saçma sapan gerekçelere sığınmayı bırakıp, bu korkunç araç saltanatını ve israfını bir an önce bitirmelerini beklemek de vergisini veren vatandaşlar olarak hepimizin hakkıdır…
Yorumlar Tüm Yorumlar (23)