Neler oluyor bize. Evet; anlamak mümkün değil. Neler oldu bize, neler oldu böyle?
Televizyonda bir haber programını izleyip ülkede ne olup bittiğini öğrenmek istiyoruz. Şehitlerimiz ve terör haberleri bizi üzüntüye boğuyor. Kahroluyoruz. Bitsin, sonlansın diye dua ediyoruz. Sırada politik haberler var. Siyasilerimizin kendilerine yakıştırdıkları söylemleri dinliyoruz. Neyi paylaşamadıklarını biliyoruz ama. Bir de bunlara seçimlerde oy vereceğiz. Arkadan bir dizi cinayet haberleri çıkıyor karşımıza. Alacak, verecek vb. Bu da bittikten sonra sistemli olarak eşini öldüren erkek vatandaşları izliyoruz. Namusumu temizledim, dedikodu çıktı savunmasıyla. O da geçiyor, bu kez de başlıyoruz cinayet gibi trafik kazalarını izlemeye. Nedenleri aynı. Trafik kaidelerine uymamak, aşırı sürat vb. Uykunuz kaçmadıysa ne ala. Yatağa uzanabilirseniz sabah göz açıp kapanıncaya kadar oluyor. Bu kez de eve gelen gazetelere bakıyorsunuz. Gündem değişik değil. Bir kısmı bir gün önce TV akşam haberlerinde görüp dinledikleriniz, gerisi ise gazeteler baskıya girene kadar yaşanılanlar.
Kadınlara yönelik cinayetlerin artış trendi insanların öfke duygularını kontrolden ne denli uzak olduğunun en basit göstergesi değil mi? Kadına yönelik ayrımcılığın en ölümcül biçimi olan “kadının yaşam hakkının ihlali”, içinde bulunduğumuz toplumsal örgütlenme modelinin en acımasız dışavurumlarından biri haline geldi. (Bilim ve Aydınlanma Platformu)
Evet, İnsanlar, başka bir deyişle toplumun birbirine karşı olan zihniyetteki kişileri bir takım toplumsal duygularını yalnızca devlete / kuvvetli olana yansıtmayı yeterli görüyor. Bu duygu o kuvvete ve onu temsil eden kişi ve kuruluşlara abartılı bir bağlılık ve içten geldiği, samimiyeti şüpheli olan saygı göstermesine neden olurken, tüm gücünü onların emrine sunuyor ve o kişi ve kuruluşları idolü haline dönüştürüyor Hoş bu tablo insanlığın varoluşundan bu yana değişmemiş ama 21 YY’ da halen bunları yaşamak insanı düşündürüyor.
Bugün için İnsanlarımızın siyasi açıdan farklı düşüncede olmalarından kaynaklanan gerginliklerin boyutunun ne denli yüksek olduğunun farkında olmayan var mı? Bu farklı düşüncedeki insanların birbirlerine karşı doğal karşılanamayacak kadar hırsa bürünmeleri her türlü izahtan vareste. Bu konudaki kırıcı, hakaretamiz tehditkâr hitaplarımızın ve her vesile ile birbirimizi suçlamamızın altında da öfke kontrolü hususundaki zafiyetimizin de yattığı kabulü zorunlu olan bir gerçek. Geçinmişe, tarihe bakarsak bu durumu yaşamın her döneminde görebilmek mümkün
İş yerlerimize bir bakın. Oralarlarda da bölünmüş insanlar. Sanki aynı kuruluşa hizmet vermiyorlarmış gibi. Ayrıştırılmışlar, bölünmüş çarpıştırılmışlar ve bunun sonucunda birbirine düşman gruplar çıkmış ortaya. Buna sebebiyet verenleri, müsaade edenleri hatta körükleyen kurum yöneticilerini Allah bildiği gibi yapsın.
Siber zorbalık, başka bir deyişle dijital teknolojiler kullanılarak yapılan zorbalıklar almış yürümüş. İnsanlar mesajlaşma platformlarından IP adreslerini saklayan VPN düzenini de kullanmak sureti ile birbirlerine itici mesajlar gönderme konusunda fazlası ile ustalaştılar. Ancak siber zorbalığın geride dijital iz bıraktığını bunun da bu yöntemle yapılan istismarın adli makamlara müracaatla durdurulmasını sağlayacak yararlı ip uçları temin edilebileceğini bile düşünemeyecek kadar kendilerini bu kötülüğe kaptırmışlar.
Arada bir gazetelerde sokak hayvanlarına yapılan eziyetleri okuyoruz. Şişlenerek öldürülen kediler, bacağı kesilen köpek, verilen zehirli maddelerle zehirlenen hayvanlar Vb. Yüzlerce örnek verilebilir ve satırlara dökülebilir. İnsanın içi kaldırmıyor. Bir söz var hani. “Hayvanları seven, insanları da sever” Bunları yapan insanların mustarip oldukları psikiyatrik bir hastalıktan öte değil. Allah insanlık ve şifa bahşetsin bu cani ruhlu insanlara.
İki veya üç televizyonda benzer bir program yayımlanıyor. Zaman zaman aydınlatılmamış cinayetleri konu alıyor bu programlar. Eğer bu konuda bir müracaat yoksa dolandırıcılıklar, eşlerini aldatan çiftler konusu oluyor bu
Programların. Evet bu programların mağdurlarının, iştirakçilerinin yaşadıklarına, anlatımlarına, yaşanmışlarını dile getiren konuşmalarına bakınca halkımızın pek küçük sayılmayacak bir kesiminin cehaleti ortaya çıkmıyor mu? Evet bu alt seviyede cehaletimiz.
Gelelim üst seviyedeki okumuşlarımızın hırstan kaynaklanan cehaletine. Kar yağdı. İstanbul felç. Halk perişan. Bu durumda halk evlerine gitmek için cebelleşirken bir yandan da ilgililer arasındaki iletişim noksanlığına isim aramak anlamsız. Devletin İstanbul’daki sorunların nasıl çözümleneceğine ilişkin olarak yaptığı toplantıya İBB Başkanının çağırılmaması ne büyük gaflettir. Bu da yukarıda da ifade ettiğim üzere okumuşların hırstan kaynaklanan cehaletinin bir başka türü.
Bir de son dönemde marketlerde malzemelerin satış fiyatları üzerinde yapılanları sıralamaya kalksak? Her konuda hükumeti suçluyoruz. Tabii ki hatalılar. Ya biz bizde hiç kusur yok mu? Kontrol edilmiyor. Bu denli yoğun bir kitlenin hepsini denetlemek kolay iş değil. Ne mi yapalım? Kendimizi fahri müfettiş atayalım. Ve bu tür olayları biz düzgün bir formatta ilgililere bildirelim. Yalnız ortamı birbirimize şikayet etmekle olmuyor.
Eskiden bu kadar değildik. Neden bu denli değiştik? Neden birbirimizi hiç sevmiyoruz? Ve neden birbirimizi hiç ama hiç dinlemiyoruz? Sevgiyi unuttuk, saygıyı ise hiç hatırlamıyoruz bile. Birbirimize bağırıp çağırıyoruz yalnız. Büyük bir hırsla, düşmanmış gibi. Hepimiz Türk değilmişiz gibi. Bu örnekleri çoğaltmak tabii ki mümkün. Neye yarar ki?
İnsanlığını kaybetmemiş olanlarda da varmış.
Bu bir gazete haberidir. Çanakkale’de market İşleten Zeynep Ağırman Muhasebecisine giderken dükkanını kapatmayı, kilitlemeyi unutmuş. Alışverişe gelen iki kişi dükkânda kimsenin bulunmadığını görmüşler ve aldıkları ürünleri güvenlik kamerasına göstererek, ücretlerini bırakmış ve dükkândan ayrılmışlar. Ve de bu anlar marketin güvenlik kamerasına yansımış. Zeynep Ağırman Hanım olup biteni görünce böyle insanlarla yaşadığımız için şükrediyorum, İnsanlık ölmemiş meğer diyerek hissiyatını ortaya koydu. Buda iyi bir örnek.
TÜRK HAVA YOLLARI YÖNETİM KURULU BAŞKANI İLKER AYCI GÖREVİNDEN AYRILDI.
Bu ayrılığı Cumhurbaşkanımız mı istedi yoksa İlker bey affını mı talep ederek mi ayrıldı görevinden?. Şekil benim açımdan önemli değil. İlker Bey için fazla yazıp çizdim. Yazılarım beğenilmiş olsa da, olmasa da onları kaleme alırken mutluluk duyduğunu söyleyemem. Uzun seneler hizmet verdiğim şirketim ve onun en tepesinde oturan zat ile ilgili daha iyi şeyler yazmayı, yazabilmeyi tabii ki ister ve tercih ederdim. Olmadı.
İlker Beyle ilgili konulara bu denli fazla eğilmemin bir nedeni tabii ki vardı. İki hafta önce bir yazı yazmıştım. Başlığı “O toz kondurtmadığın insanların gözünde toz kadar değerinin olmadığını görmek çok acıdır.” Bu yazım kapsamında İlker beyin THY’ deki görevine başladığı zaman personele seslenişini hatırlatmış olmak amacı ile tekrar yayınlamıştım. Çok güzel bir mesajdı. Burada bir kez daha tekrarlamanın bir faydası yok. Sn. Aycı’nın o seslenişinin çalışanlara duyurulmasını takiben yazdığım yazı nedeni ile çalışanların yoğun bombardımanına maruz kaldım. Döneklik dahil çok şeyle suçlandım. Karşıt olan trol yaratıklı çalışanlar böyle uygun görmüşlerdi.
Tek hatam İlker Bey daha makama oturup nefes almadan atamaya muhalefet eden çalışanlara “Yahu biraz durun. Konunun siyası yönünü bırakın bir kenara. Muhalefet etmeden önce biraz gözlemleyin. Bakın bu insan size bugüne kadar duymadığımız, hasret kaldığımız şeyleri söylüyor. Biraz sabredin. Eğer bu seslenişte verdiği sözlerde durmaz ise hep birlikte karşı çıkarız” demiştim çalışanlara. Sonuçta Sn. AYCI sözlerinin arkasında durmadı. Hep birlikte karşı çıkarız demiştim. Ben sözümde durdum. Hepsi bu.
Evet, sıklıkla İlker Beyi konu etmemin nedeni o seslenişteki sözlerini yerine getirmemiş olmasından öte değildi. İnanırsınız veya inanmazsınız. Öncelerde kaleme aldığım bir yazıda da bunu belirtmiştim. Daha sonra yaptıklarını, yapmadıklarını kendileri bilir. Günahı da sevabı da kendilerinin. Ben “niyeti kaderi olsun” dediğimi hatırlıyorum. İyi ise iyi, kötü ise kötü.
“Herkesin bir gideni vardır. İçlerinden bir türlü uğurlayamadıkları.” Bir takım THY çalışanları için bu söz mutlak geçerli. Tabii ki onu sevenler ve kendilerini ona borçlu hissedenler var şirkette. Kendisini samimiyetle sevenler için memuriyette bir göreve gelmek kadar gitmek de normal, sıkılmayın diyorum. Kendilerini vasıfları uygun olmamasına rağmen işe kabul edilip bu nedenle kendilerini ona borçlu hissederek bir anlamda trol ’lük görevi üstlenenler için üzgünüm diyemiyorum. Onlar kendileri için uygun bir zemin nasıl olsa bulurlar.
Evet, her şeye rağmen Sn. Aycı’ ya sağlık dileklerimle uğurluyorum. THY çalışanları kendisini aynı iyi niyetle uğurlarlar mı? Bilemem. Sn. Aycı ile ben değil onlar yaşadı.
Bir şeylerden alınıp istifa etmesi beklenen zat yerinde mutlu, mesut oturuyorken yeni atamaları takiben görevden istifa edenler oldu. Nedenini anlayamadım ama kendi takdirleridir ve de mutlak bir sebebi vardır.
Göreve yeni atanan yöneticilere başarı dileklerimi sunuyorum. Hayırlı olsun. Gönülden isteğim ve temennim gelenlerin gidenleri aratmaması.
Yorumlar