Bu yazıyı 04 Mart günü yayınlayacaktım. Yanı İst. Havalimanının tam kapasite çalışmaya başlamasından, daha doğrusu ATATÜRK Havalimanından taşınmayı takip eden günde. Taşınma Mart ayından Nisana kaldı. En iyisi beklemeyeyim dedim. Bakarsın bir erteleme daha olur. Aslında Ekim 2018’ de kısmi açılış yapılmasaydı ertelemeler bu denli dikkat çekici olmazdı. Bu kadar da tenkit almazdı. Şimdi insanlar Cumhurbaşkanımız açılacak dedi ve de açıldı diyorlar. Haklılar. Temel atma töreninde söz vermişti ya. Kaldı ki bu sözü IGA’ nın patronlarına sormadan da vermemişti. İşte bunun için bu ertelemelerle ilgili herkes fikir yürütüyor bu gün. Keşke birileri çıksaydı da Cumhurbaşkanımızı ikna etmeye çalışsalardı hep birlikte. Hiç denenmemiş bir şey söylüyorum galiba? Ama bir kez deneselerdi keşke. Bu günkü durumu, büyük ihtimal ile birkaç ertelemenin yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu söyleselerdi, anlatsalardı ısrarcı olmazdı diye düşünüyorum. Birine yakın olmak, bağlı olmak, şahsı ve makamı sevmek ve saymak “ Başüstüne efendim “ demektense bunu gerektirirdi. Her ne ise, biri çıktı ortaya. Tek başına. “Hazır değiliz, 29 Ekimde İstanbul Havalimanının açılması mümkün değil “ deyiverdi. Kimdi bu adam? IGA’ nın o dönemdeki Genel Müdürü. Bu beyanatını takiben uçtu gitti. Neden mi? Nedeni yok. Kaşının üzerinde gözü varmış gibi yapmacık bir neden uydurmuşlardır. Onu görevden kim mi uzaklaştırdı? Tabii ki işi bitirip Havalimanını 29 Ekimdeki açılışa hazır etmesi gerekenler ve de bu konuda fazla düşünmeye gerek duymadan Cumhurbaşkanına söz verenler. Yazık oldu o Genel Müdüre. Aslında hepsinden cesaretliymiş. Üstüne üslük haklıymış da adam. Keşke bunu umuma söylemek yerine bir randevu alıp bizzat Cumhurbaşkanına söyleseydi ona anlatsaydı. Olmazdı demeyin. İnanmazsınız ama ben olsam kesinlikle böyle yapardım. Sonuçta işten kovulacaksam hiç olmaz ise IGA ’nın ( çoğumuzca tanınan ) tepelerinden biri tarafından değil, Türkiye’min Cumhurbaşkanı tarafından kovulmuş olurdum. Etikete bakın hele. Boğulacaksan büyük denizde boğul derler ya. İşte o hesap.
Evet; İst. Havalimanı, THY Başta Tüm Havayolları İçin Yeni Bir Resim Tuvali Gibi. Ve de bu temiz tuvalin üstüne istediğiniz resmi, istediğiniz ebada ve gönlünüzden geçtiği şekilde çizebilirsiniz. Emin olabilirsiniz ki çizeceğiniz bu resim güzel olduğu takdirde eski çalışmalarınızdaki renk uygunsuzlukları dâhil ( tabii varsa ) misafirleriniz ilk planda onları tam olarak hatırlamayacak ve bir süre sonra da unutacaklardır. Yeni olan her şey yeni bir başlangıçtır. Ve de daha iyiye ulaşmak için de güzel bir fırsattır. Tabii ki resmin yüzeyin de kullanılacak renkleri önceden tespit etmek ve hatta gerektiğinde çalışmanın suluboya ya da daha basit olarak kuru boya olarak ön tasarımını yapmakta fayda var. Ressamlar bu eskiz çalışmasını her esere başlamadan yapar ve tablo aslının nasıl olacağını kâğıt üzerinde düşünürler. THY bir miktar çalışan ve az sayıda uçuş ile büyük operasyonunun eskiz çalışmasına başladı. Galerinin tanıtımını yapıp çalışanlarca yapılan eskizleri sergilerken çizimdeki detayların yerine oturduğunu söylüyor. Resmin aslını da bir görelim hele
Tabii ki yapılan bu resmin güzel ve çekici olması için kullanılacak olan ana ve yardımcı unsurların kaliteli olması, boya ve incelticilerin verniklerin, cinsine dikkat edilmesinin gerektiğini uzmanlar ifade ediyor. THY’ nin tepeleri umarım ki anlayacaklardır. Evet; yeni havalimanımızdaki çalışmanın, yolculara sunulacak olan hizmetin alt yapısını oluşturacak ana ve tali unsurların kalitesi ( Bilet ve bagaj işlemi sistemi, Kontuarları, bagaj dağıtım sistemi, yolcu bilgilendirme sistemleri vb...) ile ilgili en küçük bir şüphe duyan kimse bulunmuyor ki, bu konularda hiç bir tenkit okumadık. Kimse bu konuda ağzını açmadı. Bu da demek oluyor ki, yeni mekânda yapılacak çalışmanın güzel olması için alt yapı gayet müsait. Bütün iş atölye sahiplerinde ve de ressamlarda. Başka bir deyişle havayollarının bu cephede görev yapan çalışanlarının, konu ile ilgili kabiliyetlerini sergileme şekillerine bağlı olacak. Eh tabii ki galerinin idarecilerinin de mekânın güzelliğine methiyeler düzmek dışında bir rolü mutlak olacaktır. Sahi; sergilenen resimler güzel değilse siz hiç galerinin inşaatı çok modern diye sanatseverlerin ziyaret ettikleri bir sergi duydunuz mu?
Bu arada İstanbul Havalimanına taşınmanın olumlu etkileri Havalimanından beklentilerle ile doğru orantılı olarak süreklilik kazanacak. Ve de yeni ve eski çalışma yerinizle ilgili kıyas veya bu lokasyondan beklentilerinize bağlı olarak bu süreci olumlu bir psikoloji ile yaşanması da bir mümkün. Temenni etmem ama tam tersi de bir olasılık.
Bir süre önce yazdığım bir yazıda belirtmiştim. Olan oldu. Biten bitti. Şu an olumsuzlukları sıralamak veya zararlarımızı hesaplamanın vakti değil. Herkesin bildiği konuları tekrarlamanın faydası yok. Ancak havalimanı operasyonunu etkileyecek bir takım aksaklıklar varsa onları da duyurmak vazife. Bir takım önemli aksaklıkların belirlenmesine rağmen ortaya çıkartılması hususunda korkak davranılan ve ancak metin üzerinde gerekli değişikliklerin yapılmasını takiben sanki başka bir kurumca kaleme alınmışçasına Ankara’ya gönderilen ve kapsamında küçümsenmeyecek miktarda ( uçuş konusu ile ilgili olmayan ) aksaklığın belirtildiği rapor da zikredilen hususlar ele alındı mı acaba? Bu rapor şu veya bu şekilde kayıtlara girip başkente gönderildiğine göre doğrulukları kabul edilmiş olmuyor mu?
Havalimanımızla ilgili bu denli menfi haber / bilgi ortalarda dolaşırken bilinmesi halinde ülkemiz kamuoyu açısından güven artırıcı unsur teşkil edeceği açık olan ve de İstanbul Airport çıkışlı Avrupa noktalarına uçuş yapıldığına göre IATA tarafından yerine getirildiği mutlak olan IOSA ( IATA Operationel Safety Audit ) denetim sonucu neden duyurulmadı? İstanbul Havalimanında yapılan uluslar arası denetimler şeklindeki bir aramada ne IGA ne de Ist.Airport sitelerinde küçük bir not görülmüyor. Ve de Amerikan Havacılık otoritelerince yapılması gereken TSA ( (Transportatıon Securıty Administration) denetimlerinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin bilgi neden verilmedi? Anlamak mümkün değil. Hoş bu denetimden geçilmiş olsaydı bile şu anda Amerika’ya bu havalimanımızdan uçuş yapılması THY’ nin büyük ölçekli transit taşımacılığı nedeni ile mümkün olmayacaktı. Ancak bu denetimden süratle geçilmesinin de gerekliliği açık. Uçuşlar yapılıyor ya, bunlar kimi ilgilendirir derseniz bu bilgilerin İstanbul Airport yönetimince açıklanması bir anlamda PR faaliyetidir. Kamuoyu açısından güven artırıcı unsur olacağına ilişkin sözünün çok şey ifade ettiğini düşünüyorum. Ve de İstanbul Havalimanının şu anda buna fazlası ile ihtiyacının olduğu açık. İstanbul Havalimanının Kurumsal İletişim yetkililerine duyurmak istedim. IGA bu tür fırsatları değerlendirmelidir. Umarım anlatabilmişimdir.
Evet, bizlerin söz konusu hususları çözme imkânımız yok. Gördüğüm kadarı ile konulara ilişkin doğru cevapları alma konusunda ümitlenmek bile lüks bir beklenti olacak. Dua edelim ki bu hususların tümü halledilsin ve de Havalimanımız daha sonra sorunsuz olarak açılsın ve çalışsın.
Geçen hafta Sn. Murat Herdem İstanbul Havalimanının açılışı ile ilgili bir yazı yazmıştı ve Havalimanı uygulamalarından ötürü insanların şirketlerin mutsuzluğunu sıralamıştı. Evet; iyi başlamadı diyebiliriz. Kiralar uçuğa yakın. Nasılsa mecburlar, biz tekiz düşüncesi ile bu uygulamaları belirlemek pek doğru bir yaklaşım değil.
Yazısının sonunda ne demişti Murat Bey. Aynen katılıyorum. “ İstanbul Havalimanı tam kapasite ile açıldığında, işler tıkır tıkır rayına oturmaya başladığında, eskisini unutup yenisine alışmaya başladığımızda inanın hepimizin yüzünde bir gülümseme olacak” Evet; havalimanında çalışanlar, havayolu şirketleri daha rahat bir iş ortamına kavuşmaları nedeni ile gülümseyeceklerdir. Bizler ise, garanti edilen yolcu miktarına ulaşılamaması halinde farkı ödeyecek olan bizler, basında yer alan İstanbul Havalimanı haberleri arasında nasıl olsa gülümseyecek veya bizleri gıdıklatacak bir şeyler buluruz. Biz dileyelim ki ne hazırlık çalışmaları sırasında ne de havalimanımızın tam kapasite çalışmaya başlamasını takiben “ Allah kaza bela vermesin. Ve gülümseyen yüzler solmasın”
BU ADİLİKLERİ YAPANLAR NASIL MÜSLÜMAN OLABİLİRLER Kİ?
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazı toplumumuzdaki ahlaksızlar için yazılmıştır. Ahlak sahibi Müslümanları tümü ile tenzih ediyorum. Ahlaklı insan hakka ve hukuka saygılıdır. Tabii kendisine de. Ve basit dünyevi vaatlerle ele geçirilemez. Bilinmektedir ki; halkı ahlaken çökmüş bir devlet yaşayamaz ve sonunda iç ve dış düşmanına, savaşmadan teslim olmak zorunda kalır. Düşünür Ve büyük yazar, Tolstoy: “Ahlâk kurallarını çiğnemeyin. Zira öcünü çabuk alır. Ahlâk bir defa bozulmaya yüz tuttu mu toplumda bir çatışma ve şiddet zuhur eder ve huzur, güven kalmaz.” demiş. Kim yaşamını her nerede sürdürüyorsa, kim nerede çalışıyorsa etraflarında olan bitenleri düşününce yadırganan, nefret doğuran tüm oluşumların kökeninde ahlaki noksanlıkların bulunduğunu göreceklerdir. Evet; bunu görmek için düşünür, felsefeci vb. olmak gerekmiyor. Etrafa dikkatle bakma ve baktığını görme becerisine sahip olmak yeterli.
Ülkemizde 1999 yılında vuku bulan depremde görülen yağmalama olaylarına internet sayfalarında ulaşmak mümkün. Utanç duymamız gereken bu yaşanmışları unutabilmek mümkün değil. Belki de unutmamalıyız. Mektebi Sultanili arkadaşımız Necmi Dayday bir Japon vatandaşının yazdığı mektubunu kamuoyuna takdiminde kaydettiği aşağıdaki sözleri de dikkat çekici ” Mektupta anlatılan, Japonların vakur duruşu bana, birkaç yıl önceki İstanbul Seli sırasında yapılan ve bizler için büyük bir zül olduğunu hissettiğim yağma olaylarını hatırlattı. Bir kere daha kahroldum. Dünyanın en vakur, sabırlı ve güvenilir insanlarının büyük çoğunlukta olduğu Türkiye’mizi, yıllar içinde yavaş yavaş düştüğü bu kabul edilemez durumdan en kısa zamanda kurtarmak, başta eğitimcilerimiz, bilim adamlarımız olmak üzere tüm aydınlarımızın öncelikli görevi olduğuna inanıyorum.” diyordu.
Japonların Ahlak sahibi insanların normal davranışı olarak yorumladıkları davranış türlerinin bizlerede nasip olması için dua etmemiz gerekiyor herhalde. Rahmetli Hocamız Âdem Varol beyin bir arkadaşının ifade ettiği gibi: “Adalet olmayınca ahlak da olmuyor.” Bizi bilim kurtaracak. Ama nasıl? Cahilin Karun gibi zengin olduğu bir ülkede bilim adamı yetişir mi? Tabii ki doğru yolu bulmak ve ahlaka uygun hareket etmenin doğru adımlarını atabilmek için bilim kadar yol gösterici olacak önemli diğer unsur da eğitim.
Cafer Sadık Yaran Bey Batı Ülkelerinin ahlaki çöküşüne şu gözle bakıyor. : Eğer ‘‘Batı ahlaken çöküyor’’ klişesi, temenni değil de, bilinçli veya bilinçsiz bir teselli, bir avuntu, acı bir gerçeği unutturma ve acısını hafifletme çabası bağlamında söyleniyorsa, bunun da fazla bir gerçekliği ve yararı yoktur. Bizim ahlaki ideallerimizin ölçüsü, mikyası veya ufku, batı’nın değerleri ve değerlerle ilgili değişken durumu değildir ki, ona göre üzülelim veya sevinelim. Batı’nın ahlaken çöküyor olması, bizim ahlaki durumumuzda biz zayıflık varsa ve buna üzülüp çare aramamız gerekiyorsa, bu üzüntüden uzaklaşmamıza neden olmaz, bizim için gerçek bir teselli oluşturmaz; zaten tesellinin, olgular dünyasında fazla bir değeri de yoktur.
Bu konuda birçok ülke gibi ciddi bir sorunumuz var. Maalesef tüm dünya bu konuda bir bunalım içerisinde. Batı medeniyeti bu süreçte konu ile ilgili olarak bu güne kadar yaptığı hataların bir anlamda sıkıntısını ödüyor. Tüm dünyada milyona yakın genci bu nedenlerle kaybediyoruz. Evet: tüm ülkeler derin arayış içerisinde. Halktaki ahlaki çöküşü sonlandırmanın ve aile müessesini yeniden tesis etmeyi nasıl başaracaklarını düşünüyorlar.
Gel gelelim konunun en önemli kısmına. Bizim onlardan çok büyük bir farkımız var. Elhamdülillah Müslüman’ız. Dinimiz Ahlak anlayışını en üstte tutan ve önemseyen bir din. Müslümanlığımıza kimseye leke sürdürmeyiz. Başkalarına sürdürmeyiz ama kendimiz dinin kurallarını hiçe sayarız. Lekeleriz. Müslüman olmayı Namaz kılmak ve oruç tutmaktan ibaret sayan anlayışa sahip bir zümre var. Evet; biliyoruz ki insanlar için Kuran ahlakını yaşamak aslında en kolay olanı. Dinimizde hiç bir konuda zorlama yok. Doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır. Kim Allaha inanırsa o sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Bunun kopması yoktur. Allah işitendir, bilendir ( Bakara Suresi 256 ) Aklımın almadığı ise: hem Müslüman’ım deyip hem de Allahın işiten ve bilen olduğunu unutup kötü yolda ilerlerken bildiklerini okuyanlardır. Tarih sayfalarını karıştırırsak birçok ülkenin yaşadıkları ahlaki çöküş sonrası karanlıklara büründüğünü ve de her türlü kötülüğe muhatap olduklarını görebilmek mümkün.
Evet: biz bize kalınca hangisini sıralayalım ki? Ülkemizde son on yıldır vuku bulan çocuklara yönelik cinsel istismar, cinayet, kadına yönelik şiddet, intihar vb... Yaşadığımız seneleri bu konularda birbiri ile kıyaslayalım mı? Yoksa 2017-2018’ de bu konularda nerelere ulaştık. Bunların tümünü rakamlarla ifade edelim mi? Sağa sola dokunmadan, 2017 - 2018 yılının verileri ile yetinelim Bahis konusu yılın . ilk 10 ayında en az 1014 çocuğun bu çirkinliklere alet olduğunu bilmek yetmiyorsa, TÜİK verilerine göre ise 2014-2017 yılları arasında 7 bin 466’sı erkek 51 bin 818’i kız olmak üzere toplam 59 bin 284 çocuğun cinsel istismara maruz kaldığın söyleyip, utanç ile sussam daha iyi olmaz mı?
Bu çocukların istismarına ilişkin rakamları okuyunca buna birde gebe kalan çocuklarla ilgili bilgileri ilave edince “ hani biz farklıydık “ diye sormamak mümkün mü? Tüm bu yaşananlar toplumun bu konuda alarm verdiğinin bariz bir göstergesi.
Gösterge olabilecek konuların diğerlerini bir tarafa bırakıp yalnız çocuklardan verdim örneği. Evet: ülkemizde bu tür sosyal sorunların cinnet boyutuna ulaştığı kabulü zorunlu olan bir gerçek. Ülkede yaşanan ahlaki çöküşle cinsel istismar, cinayet, evlenenlerin sayısının azalması, boşananların sayısının artması, kadına yönelik şiddet, alkole ve uyuşturucuya olan bağımlılık arasında bir ilişkinin bulunduğunu ifade etmek yanlış olmasa gerek. Bunların farkında mıyız? Toplumsal çürümenin gözden kaçırılmasına neden olan hususları bulmak zor olmasa gerek.
Tabii ki kul hakkı yemek, başkalarının, devletin malına göz dikmek, insanları ayırmak ve ayrıştırmak, kadın cinayetleri, ahlaki değerlere önem vermemek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak vb.. basit insani zaafları ( ? ) dikkate almıyor, bunların en iğrenci olduğunu düşündüğüm husustan dem vuruyorum.. Onları da sıralamaya kalksak, köşeler yetmeyecek.
Evet: şimdi oturup bu hususları bizlere hatırlatanlara karşı hemen savunmaya geçip hep birlikte kızalım, hakaret edelim ve de düşman ilan edelim. Bu açıdan Avrupa ile kendimizi kıyas ederken “Biz farklıyız, çünkü Müslümanız “ diye haykıralım. Ve de o yüce dinin yasakladığı günahlarımızı işlemeye devam edelim. Sahi bunları yapanlar nasıl Müslüman olabilirler ki?
Yorumlar Tüm Yorumlar (33)