Evet, Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Bunların mumu yatsıdan önce söndü. Resmi bir müfettiş raporu aşağıda. Anlaşılır gibi değil. Tüm yaptıkları bir tarafa neden şirketin çalışanlarını, işten çıkarttıkları personel aleyhine şahitliğe zorladılar. Şimdi biz zorlamadık. Onlar kendiliğinden şahitlik yapmak istediler diyebilirler. Mümkündür ama buna kargalar bile güler. Evet şirket onların. Ama kurumdaki iş barışını bile düşündükleri yok.bu yöneticilerin.
Ehliyetleri ile yüksek makam kazananlara gıpta ederim. Kazandıkları makamdan dolayı değil, ehliyetlerinden dolayı demiş bir düşünür. Baktım da bu yöneticilerin hangi ehliyetine gıpta edeceğimi çözemedim. Yalanlarına, İnsanları amatörce işten atmasına, yoksa kötü orkestra şefliğine mi? En iyisi belki bize de bir makam bahşeder diyerek bu zevatın patronuna gıpta etmek.
Temennin bu insanlara karşı niyetleri ne ise kaderleri olsun. Makamları ne olursa olsun sonuçta onalar da bir memurdan öte değiller.
PARADAN DAHA ÖNEMLİ NE VAR? (YAŞAMDA NİYETLERİN, SÜREÇLERİN VE SONUÇLARIN ADİL OLMASI VAR)
Sn. Temel Aksoy beyle aynı lisede okuduk. Birbirimizden pek haberimiz yoktu okuldayken. Zira 9-10 yaş gibi bir fark vardı aramızda. Büyüktüm yanı. Epey sonra 1989-1990 yılları gibiydi Türk Hava Yollarında kesişti yollarımız. Daha sonra 2008-2009 yıllarından bu yana yazılarını takip etmeğe başladım. Senelerce önce bir yazısını kullanmak için bir e-posta ile müsaade istedim. Tabii ki verdiler. Bilgi paylaşıldıkça çoğalır düşüncesi ile bazı yazılarını alıntı yaparak veya tamamen (tabii ki Temel Beyin ismi ile) kullanmayı sürdürdüm e de bu köşede sizlerin istifadesine sundum. Zira paylaştığım yazılarda faydalanılacak çok şey vardı. Aşağıdaki yazıyı da o fasıldan aynı niyetle paylaşıyorum sizlerle. Temel beyin muhtemelen unutmuş olduğu o izin banim açımdan halen geçerli. Ama bu kez yazıyı kendilerine gönderip izni tazeleyeceğim. Yazının ismi Paradan önemli ne var? Ayraç içindeki deyiş ve metindeki iki resim bana ait. Umarım Temel Beye ayıp etmemişimdir. Bunu yapmamın nedeni hitap ettiğim zümredeki yöneticilerin / çalışanların en büyük eksikliğini öne çıkartarak (Niyet ve Süreçlerin Adil olması) okunmayı artırmak isteğimden öte değil. Aslında bu deyiş metin içinde de bir şekilde geçiyor. Evet Temel Beyin yazısı aşağıda. Köşemi okurlara daha faydalı olacak bir yazı için kullanıyorum. Bir iki kelime kapabilirsek kardır.
“Sizi bir deneye davet ettiklerini düşünün. Deneyin kurgusu çok yalın: Siz ve tanımadığınız bir kişi iki ayrı odaya alınıyorsunuz, kura çekilerek ikinizden birine 1.000 TL veriliyor. Parayı alan kişi –siz ya da diğeri- parayı arzu ettiği yazıların içinde oranda bölüştürüyor. Eğer diğeri bu bölüşümü kabul ederse herkes hakkına düşeni alıyor ve deney bitiyor; ama kabul etmezse kimse para alamıyor.
Diyelim ki siz “bölüştüren” oldunuz, 1.000 lirayı nasıl pay edersiniz? Kendinize “aslan payını” alıp diğerine kabul edeceğini varsaydığınız bir miktar mı önerirsiniz yoksa parayı eşit mi bölersiniz? Kendinize yarıdan fazlasını alırsanız karşınızdaki kabul eder mi? Mesela kendinize 700 lira alsanız diğer kişi 300 lirayı kabul eder mi? Kabul etmezse ikinize de hiç para verilmeyeceğini bildiğiniz için ne kadar fazla alırsanız reddedilmeyeceğinizi düşünürsünüz?
En akıllı strateji hangisidir? Ya da siz “bölüştüren” değil “onaylayan” konumunda olsaydınız hangi oranı “hakkaniyetli” bulurdunuz? Diğer kişi kendine 900 lira alıp, diyelim ki, size 100 lira önerse siz “100 lira hiç yoktan iyidir.” diye düşünüp parayı alıp gitmeyi mi tercih edersiniz yoksa paylaşımı kabul etmeyip bölüştüren kişiyi de 900 lira almaktan mahrum mu edersiniz?
Doğrusunu isterseniz bu kişisel bir tercihtir: Kimisi tamamen “akılcı” davranıp kendisine az para verildiğinde bile “Havadan gelen para hiç yoktan iyidir.” diye düşünebilir. Zaten iktisat teorisi de insanın “akılcı” olduğunu sadece kendi çıkarını düşüneceğini varsayar. Kişinin deneye katılıp hiçbir kazanç elde etmeden eve dönmesi yerine 1 TL bile alması kendi menfaatine olacağı için önerilen her parayı kabul etmesi iktisatçılara göre en “mantıklı” karardır.
Fakat yukarıda anlattığım deneyler hiç de kapitalist felsefenin öngördüğü gibi sonuçlanmadı. Deney, 1980’lerin başında Alman sosyologlar Werner Güth, Rolf Schmittberger ve Bernd Schwarze tarafından geliştirildi. Adına “Ültimatom Oyunu” (Ultimatum Game) dedikleri bu deney bugüne kadar çok farklı ülke ve kültürde binlerce kişiye uygulandı. 1990’lı yılların başında Taiwan’dan Israil’e, Tokyo’dan Pittsburgh’a, Slovenya’dan Java’ya kadar çok farklı kültürlerde tekrarlandı ve alınan sonuçlar hiç de beklendiği gibi gelişmedi.
Kültürel farklılıklara rağmen hemen her seferinde bu deneyde paylaşım yüzde ellinin uzağında olduğu zaman insanlar bölüşümü reddettiler. Kendilerine düşen parayı almak yerine paylaşımı adil yapmayan kişiyi “cezalandırmayı” tercih ettiler.
Hatta Avusturalyalı nöro-ekonomist Lisa Cameron, bu deneyi Endonezya’da çok yüksek meblağlarla yaptığında bile benzer sonuçlar aldı. Gelir seviyesinin çok düşük olduğu bu ülkede katılımcılar, kendilerine düşen pay üç aylık gelirlerine denk düşmesine rağmen paylaşılan miktar adil olmadığı için bunu reddettiler.
Gelir seviyeleri ne olursa olsun insanlar adaletsizliğe razı gelmiyorlardı. Peki iktisat teorisinin bize öğrettiği kendi çıkarını düşünen “akılcı insana” ne olmuştu? İnsanlar durup dururken kazandıkları paraları neden reddediyorlardı? Yoksa “adalet” kişisel çıkardan daha üstün bir değer miydi?
Ekonomi teorisi (Neo Klasik İktisat) her ne kadar, insanların kendi çıkarları doğrultusunda rasyonel kararlar aldığını savunsa da Davranışsal Ekonomi (Behavioral Economics) insanların kendi çıkarlarından daha önemli olan adalet duygusuyla karar aldıklarını ortaya koydu
Sanılanın aksine insan sadece kendi çıkarını düşünen bir varlık değildir; sahip olduğu adalet gibi güçlü bir “değer” bazı durumlarda kendi kişisel çıkarını bile göz ardı etmesine neden olur. Bu deneyler fMRI teknolojisi kullanılarak tekrarlandığında insanların haksızlıklar karşısında diğerlerini “cezalandırdıklarında” para kazanmaktan daha fazla tatmin oldukları kanıtlandı.
Adalet duygusu çoğu kişi için kişisel çıkardan çok daha üstün bir duygudur. Antropologların farklı kültürlerde yaptıkları çalışmalar Amazon’daki tarımcılardan Orta Asya’daki göçmenlere kadar her kültürdeki insanın neyin adil olup neyin adil olmadığı konusunda berrak fikirlere sahip olduğunu kanıtladı.
Harvard Üniversitesi hukuk profesörlerinden Y. Benkler, deneysel iktisat ve sosyal psikoloji alanında yaptığı çalışmalara dayanarak adalete önem vermenin üç boyutu olduğunu öne sürer.
1. Niyetlerin adil olması (bir kasıt olup olmadığı)
2. Süreçlerin adil olması (sonuca giden yolun ve yöntemlerin ne derece adil olduğu) ve
3. Sonuçların adil olması (diğerlerine kıyasla ne elde ettiğimiz)
Benkler’ e göre sadece “sonuçların” -yani kimin ne kadar aldığı- değil aynı zamanda “niyetlerin” de adil olması gerekir. Bu aslında çeşitli durumlarda insanların ne derece “bencil” davrandığı ya da kasıtlı olarak haksızlık yaptığıyla ilgili bir adalet değerlendirmesidir. Hiçbirimiz insanların kişisel gayretiyle ya da şanslarıyla elde ettikleri kazançlarını adaletsiz bulmayız; ama birilerinin “durumdan çıkar sağlamasını” hepimiz “haksızlık” olarak değerlendiririz.
Kimsenin sebep olmadığı “haksız sonuçları” –kendi başımıza bile gelse- kolay kabullenirken sonucu doğuran yol ve yöntemlerin -süreçlerin- kasıtlı olarak kurgulandığını düşündüğümüz durumlarda adalet duygumuz rencide olur.
PARA NE KADAR ÖNEMLİ?
Dolayısıyla hepimiz için “niyetin” ve “sürecin” adil olması, “sonucun” adil olmasından daha fazla önem taşır. Bazen elde ettiklerimizi hiç beğenmesek de sürecin adil işlediğine inanmamız halinde, sonucu “hakkım buymuş” diye kabul ederiz.
Bu nedenle başarılı ve huzurlu bir iş ortamı yaratmanın önkoşulu, o işyerinde alınan kararların paylaşılan inançlara göre “adaletli” olarak alınmasıdır. Sonuçlar her zaman adil olmasa bile “niyetlerin” ve “yöntemlerin” adil olması gerekir. Bunu sağlama görevi elbette lidere aittir. Bunu başaramayan liderlerin kendi işyerlerinde huzuru ve başarıyı yakalamaları mümkün değildir.
Hepimiz adil muamele görmek, adil davranacağından emin olduğumuz ilişkilerin parçası olmak isteriz. İnsanları iyi çalışmaya, katkı yapmaya, fark yaratmaya motive eden organizasyonların her şeyden önce “adil olması” gerekir.
Çalışma koşullarının, ücretlendirmenin, ödüllendirmenin ve genel olarak alınan kararların adil olmadığı yerlerde huzur, verim ve başarılı sonuçlar almak mümkün olmaz. Kısa zamanda başarı elde edilse bile bu başarı sürdürülebilir olmaz. Diğer taraftan adaletin sağlandığı ortamlarda çalışanların sadakati ve iş birliği artar. Hatta sonuçlar beklenenin altında kaldığında bile niyetler ve süreçler adilse söz konusu şirkete olan bağlılık devam eder. Adalet, bize bütün ilişkilerimizde rehberlik eden bir değerdir
Toplum olarak yaşadığımız bütün sorunların kökeninde adalet eksikliği vardır. Şirketlerde ve kişisel ilişkilerimizde bir sorun varsa orada mutlaka adalet zedeleniyor demektir. Eğer daha huzurlu, daha verimli, daha uygar ilişkiler arzu ediyorsak hepimiz her ilişkimizde adalet duygusunu yüceltmeliyiz” En büyük eksikliğimiz bu değil mi?
Yorumlar Tüm Yorumlar (31)