Bu yazıyı bilgisayarımın bir köşesinde buldum. Benim yazmadığım mutlak. Çoğu zaman yaptığım üzere yazarını veya yazıyı nereden ve ne zaman aldığımı not etmemişim. Herhalde ilk bakışta yazıyı anlamamışım diye düşündüm.
Yazıyı Tekrar okudum. Boş ver, kalsın denilebilecek bir yazı değil. Hele dikkatle ve düşünerek okunursa.
Ben yaşlandım artık. Ancak iki kez okuyunca toparlayabildim. Sizler genç ve akıllı ve zekisiniz. Daha çabuk kavrayacağınız açık. Ha unuttum söylemeyi. Bunu okutabilirseniz işyerinizdeki üstlerinize okutun. Bakalım anlayacaklar mı? Beklediğim yazının beğenilmesi değil, okunması ve anlaşılması. Temenni ederim ki yazan veya tercüme eden görüp kanuni işlem yapmasın.
Birisi “Benim için para değil, prensipler önemlidir” diyorsa, bilin ki önemli olan paradır. Evet, para önemli. Parayı adil bir şekilde bölmek / bölüştürmek daha önemli.
Ancak sorun paranın Bölüşülmesi / Bölüştürülmesi ile başlıyor. Sizi bir deneye davet ettiklerini düşünün. Deneyin kurgusu çok yalın: Siz ve tanımadığınız bir kişi iki ayrı odaya alınıyorsunuz, kura çekilerek ikinizden birine 1.000 TL veriliyor. Parayı alan kişi –siz ya da diğeri- parayı arzu ettiği oranda bölüştürüyor. Eğer diğeri bu bölüşümü kabul ederse herkes hakkına düşeni alıyor ve deney bitiyor; ama kabul etmezse kimse para alamıyor.
Diyelim ki siz “bölüştüren” oldunuz, 1.000 Lirayı nasıl pay edersiniz? Kendinize “aslan payını” alıp diğerine kabul edeceğini varsaydığınız bir miktar mı önerirsiniz yoksa parayı eşit mi bölersiniz? Kendinize yarıdan fazlasını alırsanız karşınızdaki kabul eder mi? Mesela kendinize 700 lira alsanız diğer kişi 300 lirayı kabul eder mi? Kabul etmezse ikinize de hiç para verilmeyeceğini bildiğiniz için ne kadar fazla alırsanız reddedilmeyeceğinizi düşünürsünüz?
En akıllı strateji hangisidir? Ya da siz “bölüştüren” değil “onaylayan” konumunda olsaydınız hangi oranı “hakkaniyetli” bulurdunuz? Diğer kişi kendine 900 lira alıp, diyelim ki, size 100 lira önerse siz “100 lira hiç yoktan iyidir.” diye düşünüp parayı alıp gitmeyi mi tercih edersiniz yoksa paylaşımı kabul etmeyip bölüştüren kişiyi de 900 lira almaktan mahrum mu edersiniz?
Doğrusunu isterseniz bu kişisel bir tercihtir: Kimisi tamamen “akılcı” davranıp kendisine az para verildiğinde bile “Havadan gelen para hiç yoktan iyidir.” diye düşünebilir. Zaten iktisat teorisi de insanın “akılcı” olduğunu sadece kendi çıkarını düşüneceğini varsayar. Kişinin deneye katılıp hiçbir kazanç elde etmeden eve dönmesi yerine 1 TL bile alması kendi menfaatine olacağı için önerilen her parayı kabul etmesi iktisatçılara göre en “mantıklı” karardır.
Fakat yukarıda anlattığım deneyler hiç de kapitalist felsefenin öngördüğü gibi sonuçlanmadı. Deney, 1980’lerin başında Alman sosyologlar Werner Güth, Rolf Schmittberger ve Bernd Schwarze tarafından geliştirildi. Adına “Ültimatom Oyunu” (Ultimatum Game) dedikleri bu deney bugüne kadar çok farklı ülke ve kültürde binlerce kişiye uygulandı. 1990’lı yılların başında Taiwan’dan Israil’e, Tokyo’dan Pittsburgh’a, Slovenya’dan Java’ya kadar çok farklı kültürlerde tekrarlandı ve alınan sonuçlar hiç de beklendiği gibi gelişmedi.
Kültürel farklılıklara rağmen hemen her seferinde bu deneyde paylaşım yüzde ellinin uzağında olduğu zaman insanlar bölüşümü reddettiler. Kendilerine düşen parayı almak yerine paylaşımı adil yapmayan kişiyi “cezalandırmayı” tercih ettiler.
Hatta Avusturalyalı nöro-ekonomist Lisa Cameron, bu deneyi Endonezya’da çok yüksek meblağlarla yaptığında bile benzer sonuçlar aldı. Gelir seviyesinin çok düşük olduğu bu ülkede katılımcılar, kendilerine düşen pay üç aylık gelirlerine denk düşmesine rağmen paylaşılan miktar adil olmadığı için bunu reddettiler.
Gelir seviyeleri ne olursa olsun insanlar adaletsizliğe razı gelmiyorlardı. Peki, iktisat teorisinin bize öğrettiği kendi çıkarını düşünen “akılcı insana” ne olmuştu? İnsanlar durup dururken kazandıkları paraları neden reddediyorlardı? Yoksa “adalet” kişisel çıkardan daha üstün bir değer miydi?
Ekonomi teorisi (Neo Klasik İktisat) her ne kadar, insanların kendi çıkarları doğrultusunda rasyonel kararlar aldığını savunsa da Davranışsal Ekonomi (Behavioral Economics) insanların kendi çıkarlarından daha önemli olan adalet duygusuyla karar aldıklarını ortaya koydu.
Sanılanın aksine insan sadece kendi çıkarını düşünen bir varlık değildir; sahip olduğu adalet gibi güçlü bir “değer” bazı durumlarda kendi kişisel çıkarını bile göz ardı etmesine neden olur. Bu deneyler fMRI teknolojisi kullanılarak tekrarlandığında insanların haksızlıklar karşısında diğerlerini “cezalandırdıklarında” para kazanmaktan daha fazla tatmin oldukları kanıtlandı.
Adalet duygusu çoğu kişi için kişisel çıkardan çok daha üstün bir duygudur. Antropologların farklı kültürlerde yaptıkları çalışmalar Amazon’daki tarımcılardan Orta Asya’daki göçmenlere kadar her kültürdeki insanın neyin adil olup neyin adil olmadığı konusunda berrak fikirlere sahip olduğunu kanıtladı.
Harvard Üniversitesi hukuk profesörlerinden Yochai Benkler, deneysel iktisat ve sosyal psikoloji alanında yaptığı çalışmalara dayanarak adalete önem vermenin üç boyutu olduğunu öne sürer:
1. Niyetlerin adil olması (bir kasıt olup olmadığı)
2. Süreçlerin adil olması (sonuca giden yolun ve yöntemlerin ne derece adil olduğu) ve
3. Sonuçların adil olması (diğerlerine kıyasla ne elde ettiğimiz)
Benkler’e göre sadece “sonuçların” -yani kimin ne kadar aldığı- değil aynı zamanda “niyetlerin” de adil olması gerekir. Bu aslında çeşitli durumlarda insanların ne derece “bencil” davrandığı ya da kasıtlı olarak haksızlık yaptığıyla ilgili bir adalet değerlendirmesidir. Hiçbirimiz insanların kişisel gayretiyle ya da şanslarıyla elde ettikleri kazançlarını adaletsiz bulmayız; ama birilerinin “durumdan çıkar sağlamasını” hepimiz “haksızlık” olarak değerlendiririz.
Kimsenin sebep olmadığı “haksız sonuçları” –kendi başımıza bile gelse- kolay kabullenirken sonucu doğuran yol ve yöntemlerin -süreçlerin- kasıtlı olarak kurgulandığını düşündüğümüz durumlarda adalet duygumuz rencide olur.
Paradan daha önemli ne var?
SONUÇ:
Dolayısıyla hepimiz için “niyetin” ve “sürecin” adil olması, “sonucun” adil olmasından daha fazla önem taşır. Bazen elde ettiklerimizi hiç beğenmesek de sürecin adil işlediğine inanmamız halinde, sonucu “hakkım buymuş” diye kabul ederiz.
Bu nedenle başarılı ve huzurlu bir iş ortamı yaratmanın önkoşulu, o işyerinde alınan kararların paylaşılan inançlara göre “adaletli” olarak alınmasıdır. Sonuçlar her zaman adil olmasa bile “niyetlerin” ve “ yöntemlerin” adil olması gerekir. Bunu sağlama görevi elbette lidere aittir. Bunu başaramayan liderlerin kendi işyerlerinde huzuru ve başarıyı yakalamaları mümkün değildir. Hepimiz adil muamele görmek, adil davranacağından emin olduğumuz ilişkilerin parçası olmak isteriz. İnsanları iyi çalışmaya, katkı yapmaya, fark yaratmaya motive eden organizasyonların her şeyden önce “adil olması” gerekir. Çalışma koşullarının, ücretlendirmenin, ödüllendirmenin ve genel olarak alınan kararların adil olmadığı yerlerde huzur, verim ve başarılı sonuçlar almak mümkün olmaz. Kısa zamanda başarı elde edilse bile bu başarı sürdürülebilir olmaz. Diğer taraftan adaletin sağlandığı ortamlarda çalışanların sadakati ve iş birliği artar. Hatta sonuçlar beklenenin altında kaldığında bile niyetler ve süreçler adilse söz konusu şirkete olan bağlılık devam eder. Adalet, bize bütün ilişkilerimizde rehberlik eden bir değerdir
Toplum olarak yaşadığımız bütün sorunların kökeninde adalet eksikliği vardır. Şirketlerde ve kişisel ilişkilerimizde bir sorun varsa orada mutlaka adalet zedeleniyor demektir. Eğer daha huzurlu, daha verimli, daha uygar ilişkiler arzu ediyorsak hepimiz her ilişkimizde adalet duygusunu yüceltmeliyiz. Şunu da dikkatten kaçırmamak gerekir ki
“ Yaşamımızda paranın gittikçe artan bir kuvvet oluşu, insanlardaki ahlaki mukavemetin gittikçe azalmasındandır.”
BU SONUCU THY ÇALIŞANLARININ MAAŞLARININ PANDEMİ ÖNCESİ HALİNE DÖNÜP DÖNMEYECEĞİ KONUSU İLE BİRLEŞTİRİN.
Evet, şartlar malum. Bu şartlarda Türk Hava Yolları ( THY ) çalışanlarının Pandemi nedeniyle kesilen maaşları yaşam sisteminin normale dönüşü paralelinde eski haline getirilecek mi?
Bir buçuk sene gibi geriye gidersek, THY ile Hava-İş’in maaş kesintilerine esas teşkil eden protokol ile belirlenmiş olan gruplara uygulanan kesinti miktarları ile ilgili kararın adil / adaletli olmadığı tartışması hatırlarda olup bu yöndeki münazaralar uzun müddet gündemde kalmıştır.
Evet, son dönemlerde Türk Hava Yolları sefer sayısı açısından tepelerde. Ve de ilan edilen kar operasyonel bir kar değil. Karın hangi faaliyetten kaynaklandığı Operasyonel veya finansal kar olması sonucu değiştirmez. THY’ de az veya çok para var diye düşünebiliriz. Dolayısı ile bu durumda kesintilerin bir miktar azaltılması mümkün diyor mantık. Bu işlem hangi ölçüde yapılabilir? Bunu ancak Sn. Aycı ve Türk Hava Yollarının mali İşlerini yönetenler bilebilir.
Eğer çalışanların beklentisi maaşların tamamı ile eski haline dönüşeceği ise hayal kurmanın sağlığa bir zararı yok.
Evet, bilindiği kadarı ile İlker Bey, çalışanlarının arkasında olduğunu defaten ifade etmiştir. Benim görüşüme göre de ( şayet ücretsiz izne çıkartılan çalışan miktarı yadırganacak boyutta değilse ki rakamlar tarafımca bilinmemektedir. ) İlker Aycı Bey bu şartlarda yapabileceğini yapmıştır. Kişisel görüşüm İlker beyin bu sözde durmasına Devlet Baba’nın istihdama yönelik uygulamaları imkân sağlamıştır. Bir adım öte bu uygulamaların yapılacağını bilen Sn. Aycı istihdamı koruyacağına ilişkin sözü bu uygulamalara dayanarak / güvenerek vermiştir. Bu da doğal karşılanmalıdır.
Ali Kıdık Bey diyor ki; “ Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı’nın söylediği bir söz ortalarda dolaşıyor. Kendi ağzından bir açıklama duymamıza rağmen, personel arasında sıkça konuşuluyor. İlker Aycı’nın Temmuz ayı itibari ile çalışanların maaşını normal seviyeye getireceği ifade ediliyor. Ben buna ihtimal vermiyorum.” Evet, ben de aynı görüşü paylaşıyorum Ali Beyle. AYRICA HAZİRAN SONU İTİBARI İLE KALDIRILACAĞI SÖYLENEN VE SÜRE UZATILMASI YAPILMAMIŞ OLAN KÇÖ UYGULAMASININ MUHTEMEL SONUÇLARININ KORKUSUNU DA ÇOĞUNUK GİBİ TAŞIYORUM.
20-06-2021 TARİH VE 15:49:53 SAAT GRUPLU YORUMU GÖNDEREN OKURA
Cevabımda belirttiğim üzere ruhsatların fotokopilerini buldum. Aşağıda. Ruhsatların orijinalleri 04 Haziran 2001 tarihinde ( 4778 ) sayılı yazı ekinde THY Genel Muhasebe Başkanlığına gönderilmiş. Amirlerinize duyduğunuz güveni sarsmak beni çok mutlu etmez ama bu kez yalan söyleyen ben değilim. Üzgünüm.
Türk Hava Yollarında Benin dönemim yok. Benim çalıştığım bir dönem var. Herkes gibi. DHMI bu ruhsatı bana, şahsıma vermedi. Ruhsatları alan Türk Hava Yollarıdır. Bu ruhsatları iptal ettirip, seçimden sonra Türk Hava Yollarına gelen yeni yöneticilere bu işi yeniden bina etme şansı veren de 2002 yılında iktidar olan siyasi yönetimdir. Başka bir ifade ile ruhsatların iptalini isteyen bir anlamda devlettir. Türk Hava Yollarının yöneticileri de Özelleştirme Yüksek Kurulunun ( Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve 3 Bakandan teşekkül eden Kurul ) kararını takiben mecburen ruhsatları iade etmişlerdir. Ben bu konuda bir anlamda evrak getir, götür işi yaptım (?) Demek ki bu işi de iyi yapamamışım ki THY’ den mezun ettiler beni. O kadar. Ben inanıyorum ki Airporthaber’ de yazı yazmamın sonlanmasını takiben bu ve benzeri suçlamalardan da kurtulacağım. Ancak, Allah sağlık verdikçe ben yazmaya devam edeceğim. Beğenseniz de, beğenmeseniz de. Tabii sizlerde 20 sene önceki konuları kaşımaya devam edeceksiniz. Kargalar güler sizlere. Bana göre hava hoş.
Yorumlar Tüm Yorumlar (63)