AKP REJİMİNİN İŞLEVSİZLEŞTİRME OPERASYONUYLA BOZDUĞU TEFTİŞ SİSTEMİ (1)
Değerli okurlarım,
Bu haftadan itibaren bazılarınızın uzun zamandır ısrarla yazmamı talep ettiği teftiş konusunu yazmaya başlıyorum. Toplam 6 bölümde yazmayı planladığım bu dizinin bu haftaki ilk bölümünde, ülkemizdeki teftiş sisteminin hangi zihniyetle ve ne maksatla bozulduğunu ve işlevsizleştirildiğini anlatacağım. Sonraki bölümler muhtemelen peş peşe yayınlanmayacak. Bu nedenle, bu kapsamdaki bütün yazıları yukarıdaki başlık altında, (1) den başlayarak numaralandıracağım.
Başlıktaki “İşlevsizleştirme” ifadesi özellikle kullanılmıştır. Çünkü, kapatılanlar hariç, ülkemizdeki Teftiş Kurullarının bir kısmı iç denetim birimlerine dönüştürülerek, bir kısmı görev ve yetkileri kısıtlanarak ve baskılanarak, bir kısmı da isimleri ve kadroları değiştirilerek, görev yapamaz hale getirilmiştir.
Operasyon kavramı ile bu düzenlemelerdeki art niyet özellikle vurgulanmaktadır. Çünkü bu operasyon, teftiş edilmekten, denetlenmekten kurtularak her istediğini rahatlıkla yapmak isteyen, haksız ve kanunsuz işlemlerinden dolayı hesap vermeyip; iktisadi ve mali tercihlerini meclis ve diğer kamu denetim ve hukuk sisteminin etkili ve gerçek kontrolü dışında gerçekleştirip, yandaşlarına rant sağlayan, bir siyasi kadronun projesidir.
Bu maksatla önce müfettiş ve teftiş düşmanlığını köpürttüler.
Mevcut teftiş sistemi ile ilgili planlarını gerçekleştirebilmek ve bu amaçla yüz elli yıllık kurumsal yapıyı karalayarak gözden düşürmek için, önce kamuoyunda bazı kesimlerce seslendirilen ve birçoğu teftişe karşı, müfettişe düşman olanların evham, kurgu, abartma ve hatta iftiralarından ibaret mesnetsiz itham ve iddialarını kullandılar. Bunlara göre:
Mevcut teftiş ve denetim mekanizması sadece ceza vermek anlayışına dayanıyordu. Oysa çağdaş kamu hizmeti anlayışında teftiş ve denetim faaliyetinin yol gösterici, kusurları düzelten ve çözüm odaklı bir rehberlik tutumu içerisinde olması gerekiyordu.
Teftiş Kurulları, daha ziyade yerindelik, kanunilik ve düzenlilik denetimi ile bu paraleldeki soruşturmalara yoğunlaşmalarına rağmen, yolsuzluk üreten sistemin tasfiyesi konusunda yeterli katkıyı yapamıyorlardı.
Performans denetimine dönük genel kabul görmüş denetim standartları yoktu. Teftiş ve denetim faaliyetlerinde çağdaş denetim teknikleri yerine, geleneksel denetim teknikleri kullanılıyordu.
Teftiş edilenlere karşı, subjektif teftiş pratiklerinden ve müfettiş unvanına münhasır yetkiyi kötüye kullanmaktan kaynaklanan bir korku ve kaygı kültürü oluşmuştu.
Müfettişlerce eleştiri ve öneri yöntemi ile değerlendirilebilecek, daha doğrusu mazur görülebilecek bazı uygulama aksaklıkları ve takdir hataları, önyargılı bakış açısıyla “kasıtlı işlem” olarak değerlendiriliyor ve doğrudan disiplin hukuku hükümlerinin işletilmesi tercih ediliyordu. Hatta teftiş ve denetim uygulaması, maksatlı olarak disiplin hukuku işlemlerinin ön hazırlığı olarak kullanılıyordu.
Bilgi ve belge isteklerinin karşılanmasında yaşanan gecikmelerde, Müfettişlerce, gecikmenin nedenleri sorgulamaksızın, doğrudan personel suçlanarak ve fiili durum esas alınarak, mesleki onurla bağdaşmayacak türden tepkiler veriliyordu.
Raporlarda, kurumsallaşma ve kurum kültürünün zenginleşmesini sağlayacak hizmet odaklı bilgi tespit ve analiz paylaşımı yerine, sadece kişilere yönelik olarak övücü veya yerici değerlendirmelere yer veriliyordu.
Süreç değerlendirmesi yerine, sonuç değerlendirmesi yapmak suretiyle kamu hizmetinin, diğer bileşenleri dikkate alınmaksızın sadece hizmeti sunmakla görevli ve yetkili kurum perspektifinde değerlendirme yapılıyordu.
Somut bilgi ve belgeye dayanmayan ve genellikle iftira içeren imzasız dilekçelere ve sözlü isnatlara itibar ediliyor ve kararlarını belgelerden çok bu isnat ve yorumlara dayalı olarak veriliyordu.
Teftiş ve denetim elemanları, genellikle idarenin yanında, çalışanın karşısında pozisyon alıyorlardı. Verdikleri yanlış, taraflı ve kasıtlı kararlardan dolayı sorumlu tutulmadıkları için, karar aşamasında titiz ve adil olma gereği duymuyorlardı...
Sektörüne ve kurumuna göre detaylandırılması ve artırılması mümkün olan bu subjektif gerekçeler, 15.07.2004 tarihli ve "5227 sayılı “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanunun” genel gerekçesinde de özetlenmişti.
Teftiş ve denetim sistemi ile ilgili olarak, bahse konu kanun gerekçesinde;
Mevcut denetim sisteminin çok sayıda ama etkisiz kurullardan oluştuğu, kurallara uygunluğa ve geçmişe dönük denetim anlayışına sahip olduğu, hedeflerden ve performans göstergelerinden yoksun olduğu, kamuoyu denetiminin yetersiz olduğu, çok sayıda, birbiriyle örtüşen, kurallara göre çalışma üzerinde yoğunlaşan ve hata bulma mantığı ile çalışan denetim yapıldığı, böylece, yöneticilerin iş yapamaz hale getirildikleri gibi, israf ve yolsuzluklara da herhangi bir çözüm üretilemediği, denetimde keyfilik ve denetim sisteminin siyasi tercihler ile amaç dışı kullanımının söz konusu olduğu, bu nedenle denetim sisteminin son derece sorunlu olduğu, ülkemizde bu ölçüde israf ve yolsuzlukların yaşanması ve halkın ihtiyaçlarının karşılıksız kalmasının bir sebebinin de aslında bu işe yaramaz denetim sistemi olduğu, vb. maksatlı, önyargılı ve mesnetsiz değerlendirmeler yapılarak, bakanlıkların organizasyon yapılarında Teftiş Kurullarına yer verilmemesi, yani kaldırılmaları planlanmıştı.
Peki bu eleştiriler Teftiş Kurullarını kapatmak için makul, mantıklı ve yeterli gerekçeler miydi? Elbette değildi. Çünkü;
Sistem bir bütün olarak ele alınıp, sıralanan eleştiriler biraz yakından ve dikkatle incelendiğinde; eleştirilerin neredeyse tamamının tespite dayalı olmadığı, mevcut teftiş sistemi yeterince incelenmeksizin önyargıyla yapıldığı, dünyadaki benzer teftiş uygulamaları ile kıyaslanmadığı, birçoğunun genel ve soyut iddialar düzeyinde kaldığı için yüzeysel oldukları ve dolayısıyla, bilimsel olmadıkları, aslında birçoğunun yanlı ve tutarsız değerlendirmelerden ibaret olduğu, bazılarının ise tamamen kişisel kızgınlık ve suçlama içerdiği, bu nedenle de maksatlı oldukları, alenen görülebilmekteydi.
Örneğin; kamu yönetiminin kendisi bile performans yönetim sistemine geçmemiş olduğu halde, teftiş sistemini performans denetimi yapmıyor veya performans göstergelerinden yoksun diye eleştirmek rasyonel ve haklı bir yaklaşım mıydı?
Keza, mevcut sistem kurallara uygunluğa ve geçmişe dönük denetim anlayışına sahip diye eleştiriliyordu. Bu eleştiri haklı bir eleştiri olabilir miydi? Tüm dünyada denetim organları işin doğası gereği öncelikle kurallara uygunluğa bakar ve yapılmış olan işlemleri inceler. Öncelikle yapılan işlemler incelendikten sonra, geleceğe yönelik öneriler de getirilmesi teftiş ve denetimin en önemli fonksiyonlarından biridir.
Diğer eleştiriler de teftiş ve denetimin yönetimiyle ilgiliydi. Teftiş birimlerini düzgün idare etmek zorunda olan idarenin görevini gerektiği gibi yapamaması neticesinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle teftiş ve denetim birimlerini ve dolayısıyla müfettişleri suçlamak, meslek mensuplarına yapılmış en büyük haksızlıktı.
Haksız kazanç peşinde koşan ve bu amaçla bir kısım kamu personelini de kullanan oligarşik yapının, teftiş ve denetimden hoşnut olması ise elbette beklenemezdi. Bunların yaptıkları değerlendirme de doğal olarak mesnetsiz suçlama ve menfi yorumlardan ibaret olmuştu.
Diğer yandan, teftiş ve denetim sistemini tamamen sorunsuz görmek, elbette mümkün değildi.
Her meslekte olduğu gibi Müfettişlik mesleğinde de yanlışlıkların, kötü örneklerin olabileceği kabul edilmekle birlikte; münferit yanlışlıkları bir mesleğin bütün mensuplarına mal etmenin rasyonel bir yaklaşım olduğu söylenemezdi.
Burada temel sorun, “teftiş ve denetimin yönetimi” sorunuydu. Bu da doğrudan doğruya idareyle ve yürütmeyle ilgiliydi. Teftiş ve denetim birimlerini gerektiği gibi çalıştırmak, mesleğe uygun olmayan, görev yapmayan mensupları sistem dışına atmak, sistemin olumsuz yönlerini ıslah etmek, olumlu yönlerini geliştirmek eksikliklerini gidermek ve daha etkili hale getirmek bu kurumların ve teftiş birimlerinin “iyi yönetilmesiyle” ilgiliydi.
Aksaklıkları ortadan kaldıracak çözümler bularak teftiş kurullarını geliştirmek, daha etkili ve verimli hale getirmek mümkün iken, kaldırma yolunun seçilmesini, iyi niyetli ve sağlıklı bir yaklaşım olarak görmek mümkün değildi.
Ancak, başlangıçta da belirtildiği üzere, maksat farklıydı. İdareye dikensiz gül bahçesi sunmak için Teftiş Kurullarının mevcut yetki ve kadrolarıyla çalıştırılmamaları, işlev yapamaz hale getirilmeleri gerekiyordu. AKP kadrolarının denetime hesap vermekten kurtarılması gerekiyordu. Başka bir ifadeyle, bu iş bitirici kadro, Müfettişlerin ayaklarına dolaşmasını istemiyordu.
Devam edecek…
Yorumlar Tüm Yorumlar (35)