Her şeyden önce neden ve nasıl başladı bu yasaklar hatırlayalım. İzlenimler şöyle.
5, 10, 25, 50 ve 100 senelik planları olan ABD, ikinci 50 yıllık planını büyük bir gösteri ile açıkladı.
Açıklamanın akabinde, uçaklar gökdelenlere çarptı, sonra gökdelenler (daha sonra ortaya konan kanıtlara göre) içerilerine yerleştirilen özel patlayıcılar ile yıkıldı, hatta hiç uçak çarpmamış olan 10 katlı binayı bile plan gereği yıktılar.
Pentagon'a fazla zarar verir korkusu ile çöle uçak düşürüldü, uçak saldırısı oldu denilen yere füze atıldığı iddiaları uzun süre gündemde kaldı.
Tüm bu gösterinin amacı "terör" korkusu ile ülkelere müdahale hakkını kullanmak olduğu çok sonra tartışılabilir hale geldi.
Zaten polis devleti olan ABD, artık sınırları içerisinde istediği zaman istediği şekilde istediğinin üzerini, evini ve her yerini arama ve tutuklama hakkına sınırsız sahip olacağı kanunları da bu saldırılar sayesinde iki gün içerisinde çıkardı.
Uçak (havacılık sektörü), görsel ihtişamı ve de geniş kitlelere hitap etmesinden dolayı, bu tür kısıtlamaların en etkili ve en yaygın şekilde halka duyurulmasını sağlayacak olan ulaşım aracı olarak seçildi. Ancak hala havayolu taşımacılığında ve konulan kurallarda ciddi sıkıntılar var.
ABD kendine göre planlar yapıp yürürlüğe koyuyor, bununla da kalmıyor ICAO'da gerekli değişikliklerin politikası doğrultusunda yapılmasını sağlıyor, bizler ise yapay tehditler ile asıl tehditleri ayırmayı aklımıza bile getirmiyoruz.
Kabul gören akademik kanıya göre, uygarlık 3 temel aşamayla oluşur;
1- Düşünce biçimi
2- Geçim (Geçinme) biçimi
3- Yaşam biçimi.
Daha geçenlerde ABD, 2014 senesinden itibaren savaş ekonomisinden, ticaret ekonomisine geçmeyi planladığını ilan etti.
Kimse bu güne kadar yapılanları bırakın sorgulamayı, gündeme bile getirmedi. Sorup soruşturmadı ve soruşturmuyor.
Uygarlık aşamalarına devam etmeden önce, yine mesleğimizle ilgili örnek vermek gerekirse; Uçaklara çelik kapı şartı geldi.
Ben de ilk sorumu sordum.
Özel bir durumda, pilot köşküne (kokpit) dışarıdan nasıl girilecek? (THY Amsterdam kazası örneği)
Pilotların, sitemde “Flight Safety” sayfasında “Week 0733” yazımda belirttiğim durumlarda sorumlulukları ne olacak? (Pilotlar kaptan köşkünü terk ettiler-AtlasJet olayı)
Aklımızı kullanmadığımız zaman da oyuna geldiğimizi fark edemiyoruz.
En güzeli Uçuyorum Formunda "Uçakla Değerli / Tehlikeli Malzeme Taşıma - HABERLER / OLAYLAR" başlığı altında verilen örnekler.
KennyJet, sağlıklı düşünemeyenleri uyarıyor.
İçeriye plastik kolonya şişesi sokamaz iken, Duty Free’den iki şişe içki satın alıp uçağa sokabiliyorsun.
İsteyen şişenin dibini kırıp öldürücü bir silah elde edebilir. (Bu yaklaşıma göre)
Bırakın içeri sokmayı, tüm şişeler Duty Free adı altında uçakta emrinize amade.(Satın almadan da silah elde edebilirsiniz!)
Bütün bunların dışında birçok savunma felsefesine göre insan vücudu en tehlikeli silah. (uçağa insanda almayalım!)
Uygarlık aşamalarına devam edecek olursak, tüm bu gerçeklerin gerisinde yatan yenidünya politikasını anlamak ve irdelemek zorundasınız.
Hep sizlerin iyiliği için bu tedbirler alınıyor deniyor.
Diyojen'in ünlü bir sözü vardır.
- Gölge etme başka iyilik istemem!
Bush Doktrini önce kendi ülkesi için sonra da hedeflediği ülkelere "demokrasi"yi ihraç etme üzerine yazılmıştı.
Açıkça "bu şartlarla savaş ilan edemiyorum" diyemezdi.
Düşünün, Türkçe "yıldırı" sizce ne anlam taşımaktadır?
Eşiniz sizi dırdırı ile yıldırabilir ama onu Guantanamo'ya göndermek aklınızdan bile geçmez.
Hanımınızın dırdırına birisi "terör" derse de güler geçersiniz.
Terör kelimesinin Türkçe karşılığı "yıldırı" dır, (bknz.TDK sözlüğü) ama size haftalarca binalara çarpan uçaklar, kafası sarıklı insanlar ve yıkılmakta olan binaların yüzlerce metre yukarısından kendini boşluğa atanları gösterirlerse, siz de başka başka anlamlar katarak onların kelimelerini kullanırsınız.
Kavramlar ile beynimize öyle bir giriyorlar ki, ne olduğunu anlamaya fırsatınız olmuyor.
Medya, bunun en etkili silahı.
Bir TV kanalı, adı Nergis Televizyonu olduğu halde kendine EnTiVi diyor ve hiç yadırganmıyor ama ben NeTeVe deyince yadırganıyorum.
Hatta bu kanal daha da ileri giderek size hava sıcaklığını nasıl hissedeceğinizi bile söylüyor!
"Bu gün hissedilen hava sıcaklığı 16 derece olacak", ve artık bunu bile yadırgamıyorsunuz.
Kimse "Benim ne hissedeceğimi sen bana nasıl söylersin" demiyor ve asıl sıcaklığı merak bile etmiyor.
Üstelik böyle ne bilimsel, ne de Meteorolojik formül yok. (Hisler formüle edilemez zaten).
Fransa'da çok sıcak geçen yaz nedeniyle, Paris'te yalnız yaşayıp sıcaktan ölen yaşlıların tespiti ve toplanması sorun olmuştu. Ancak, çürüme kokusu duyulunca müdahale edilebiliyorlardı ki bu da en son istenendi. Ne taşımak için yeterli araç, ne de muhafaza için yeterli ceset torbası ve morg mevcuttu. Bu duruma bir çare bulmak için bir daha olursa kaç araca ve ceset torbasına ihtiyaç olabilir diye varsayımsal yapılmış bir çizelgeyle hesaplanmaya çalışıldı. Bu tabloda özetle sıcaklık 40ºC, nem %50 ise hissedilen sübjektif sıcaklık 50ºC olacaktır şeklinde yaklaşım mevcuttu, sebebi de şu kadar ceset torbası ve araca gerek olacaktır tahminine ulaşmak içindi. Yani tamamen sübjektif olduğu herkes tarafından kabul edilen bir durumdur.(Bknz: http://www.dmi.gov.tr/genel/sss.aspx?s=hissedilensicaklik )
Ancak önemli olan doğru ile yanlışı fark etmemeniz için gündem yaratmaktır.
İşin önemli yanı sürekli gündemi değiştirip "neden" sorusunun sorulmamasını sağlamaktır. Ama bu arada tehlike devam ediyormuş hissini taze tutmak gerekmektedir.
Bunu da en güzel havayolu taşımacılığı ile yapabilirsiniz.
Ne zaman uçağa binmeye kalksanız size bunu hatırlatmanın en güzel yolu, iki ya da en az üç kere yaşınız, cinsiyetiniz, sosyal konumunuz vs.. ne olursa olsun aranmaktan ve kısıtlamalardan geçer.
Şu sıralarda, Avrupa bu uydurmaca senaryolardan sıkıldı ve bu yasada değişiklik yapmak istiyor.
ABD halkı da, baskıdan dolayı şimdilik karikatür ve fıkralar ile idare etmekte.
Gerçek ise başka, yine uygarlık aşamasına dönüyoruz.
Tüm kontrolü elinde bulunduranlar, istedikleri zaman istedikleri yerde, istediklerini yapabilecek şart ve ortama sahiptirler.
Değişimin yarattığı ticari getiri, (örneğin güvenlik sektörü) genel boyuta kıyaslandığında önemsiz kalıyor, çünkü bu uygarlık aşamaları gerçekleşsin diye ülkeler yıkılabiliyor.(son örneği sanırım Libya).
Bırakın meydan girişinde aranmayı, gerekli ise siz daha kontrole gelmeden uzaktan aranmakta ve bayanların sol göğüs ‘kasa’larında kaç dolar taşıdıkları bile görülmekte. Kan basıncınız, nabzınız ve ateşiniz ölçülmekte, sizi sizden iyi tanımaktalar.
Özetle, uygarlık aşması konusunda dileriz ABD sözünü tutarda düşünce aşamasında ki bu söz, geçim ve yaşam aşamasında yansır.
Bize gelince, hukuk konusunda ne yazık ki hep geri kalıyoruz.
Uçakta “sigara içen” için, ya da en geniş kavramı ile “huzuru bozan” için düşünebildiğimiz yaptırım 69 TL para cezası.(Uygulanan örneğe de rastlamadık)
Bu tür eksikliklere rağmen, Sivil Havacılık Yüksek Okullarında neden hava meydanlarında tek tip (üniforma) giyilmek zorunda olduğu, MÖ hangi yılda bu yasanın konulduğu, nedenleri, kişisel, çevre, iş ve uçak emniyet konuları yinede tüm ayrıntılarıyla öğretiliyor. Eksik de olsa mevcut yasalar bilgisiyle yetiştirilen bu gençleri işe almak ise keyfe bağlı. Sebebi, hukuken bu eğitimi görmüşleri işe almak ya da en azından alınmasını zorunlu tutmak seviyesinde değiliz.
Meslek olarak görülmeyen her konu, altyapısı olmadığı için havada kalıyor.
Emniyet/Ordu geçmişi olan kişileri işe alarak, yasal zorunluluk ortadan kaldırılıyor. “Şartları yerine getir yeter” misali. Var mı? Var! ile açık kapanıyor.
Okulunda okutmadıkça, okulluyu kullanmadıkça, okulluyu kollamadıkça her konu yapay şart olarak görünecek, göstermelik ve sahipsiz kalacak. Her konunun özü eğitim.
Hukuk ancak birileri sahiplenirse önem kazanır, yaygınlaşır ve saygınlaşır.
Hukuk’ta “hak” tanımı, “yasa ile korunmuş menfaatler” diye geçer.
Havacılık sanayinde kimler yasa ile korunmakta bir düşünün.
Havayolu ve Meydan İşletmeleri, içerisinde “meslek” kavramı olmayan işletmeler durumundadır. Ne Hava Trafik Kontrolörü, ne Pilot, ne Teknisyen kimse meslek sahibi değildir. Yasa ile korunmamaktadırlar çünkü. Devlete çalışanlar ise “devlet memuru” kapsamında korunmaktalar, yaptıkları iş ne olursa olsun.
Bu, Türkiye’miz için zaten alışılmış bir durumdur.
Türkiye’mizde üniversite sınavında 3. tercihi tıp, 4. tercihi tekstil mühendisliği, 6. tercihi Çevre Mühendisliği olan bir gencin doktor mu? Tekstilci mi? Çevreci (!) mi? olacağına ne yazık ki kendisinden çok YÖK karar vermektedir. Sebebi basit, siz önemli değilsinizdir, devlet önemlidir, YÖK önemlidir. Ama şu Penguen karikatürü daha da önemlidir.
- Sen kaç puan aldın sınavdan?
- Benim her şey iyice karışmış. ABC’den Konya adayı olmuşum…
Geçen yurtdışı dönüşümde uçakta ikramı paralı bir uçuşta yanımda oturan yabancı bir yolcu, sandviç ve meyve suyunu çantasından çıkarmak için beni bekledi sanıyorum. Sonra sohbete başladık ve €1,49’a aldığı meyve suyunu polis araması nedeniyle çöpe atmak zorunda kaldığını, gümrüksüz sahada da aynı meyve suyuna €2,99 ödediğini yana yakıla anlattı. Sonuç olarak da şu yorumu yaptı.
“Bizim polis beni benden koruyor!”
Bir Fransız’a ne diyebilirsiniz bu konuda?
Doğruları ifade edebiliyor da, en önemlisi birileri onu dinliyor.
Dinlediği için de sözlerindeki doğrular ile yanlışları tartıyor ve gerçekle karşılaştırıyorlar.
Okuyor, araştırıyor, düşünüyor, planlıyor ve yapıyorlar.
Uygulamayı takip ediyor, aksaklıkları buluyor, yeni bir düzenleme için yine başa dönüyorlar.
Okuyor, araştırıyor, düşünüyor, planlıyor ve yapıyorlar.
Biz ise sanki konusunda deneyimli öğretim görevlisi bulması zor olsun diye okulunu açarken hep uluslararası meydanlardan uzaklarda açtık ve açmaya devam ediyoruz. Sonra da okullu gençleri işe almak adına kanun yapmadık ki o çocuklar okulu bitirip işsiz kalsın.
Çok iyi Türkçe bilmeden çeviri yapıyoruz (Güvenlik-Emniyet).
Türkçe eğitim ile İngilizce sorunları bugünkü yaklaşımla çözeceğimizi ise hiç sanmıyorum.
İnsan, anlamadığı şeye sahip olamaz.
(Goethe)
Bilmem anlatabildim mi?
(Servet Başol)
Yorumlar Tüm Yorumlar (52)