Koca bir 365 gün daha geçti üzerimizden. Hepimizi ezdi ve geçti. Hafta geçmedi, gün geçmedi ki mağduru olduğumuz terör ve şehitlerimiz milletimizin içini dağlamasın. Kahretti bizi Haberleri dinlemekten korkar olduk. Ödediğimiz vergilerle alınan silahlar, kendi uçaklarımız bize kin kustu. Çekilecek ne çok acımız varmış. Bunlardan kaynaklanan kriz hepimizi mahvetti. Ve birçok çalışanımızı karanlık dipsiz bir kuyuya itti. İşsizlik gençlerin belini bükmeye devam ediyor. 2016 yılı 2017 için, geleceğimiz için, beslediğimiz tüm ümidimizi de tırpanladı. Git artık 2016. Ne olur altı aylık cüce bir yıl olaydın da Türkiye’mize ve bizlere bu kadar kalıcı hasar vermeseydin.
Evet; yaşadıklarımız bizi sevgi ve saygı duygusundan iyice uzaklaştırdı. Kim ne derse desin sevgisiz, hoş görüsüz bir toplum olduk. Ancak şehit cenazelerinde bir araya gelebildik. Sevgi ve saygıya aç hale geldik.
2002 yılında bana gönderilmiş olan eski bilgisayarıma hapsettiğim bu sevgi ve dostluk anlatımını iki hafta önce tekrar okudum ve açlığımı bir nebze de olsa bastırdığını söylesem yalan olmaz. Aslında bu gün bizlerin, hepimizin en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyleri söylüyordu bu anlatım. Sevgiyi, insan Sevgisini fısıldıyordu. Tabii insan olana.İnsan olanlara.
Bir Yudum Sevgi ve Bir Yudum Dostluk
Teşvikiye de dolaşıyordum. Yarım saat kadar boş vaktim vardı. Hava çok güzeldi. Kısacası pırıl pırıl keyifli bir gündü. Yürüdüğüm kaldırımın karşısındaki kaldırımda yaşlı bir beyefendi dikkatimi çekti. İleri yaşına rağmen şık giyimli ve bakımlıydı. Seksen yaşlarında olmalıydı. Oldukça zor yürüyordu. Şık bir baston yürürken ona destek oluyordu. Birden içimde önüne geçilmez bir istek uyandı. Zor yürüdüğü için ona yardım etmek istedim. Sanırım büyükbaba ve dedemi çok erken yaşlarda kaybetmiş olmak ve onlarla dede torun birlikteliğini, paylaşımını hiç yaşamamış olmak içimde ukde olarak kalmış. Hemen karşı kaldırıma geçerek onu korkutmadan koluna girdim.
“ Böyle güzel bir havada, sizin gibi yakışıklı bir beyefendi ile biraz yürümeme izin verir misiniz “ dedim. Çok şaşırdı. Durdu ve bana dikkatlice baktı. Ona çok şanslı bir gününde olduğunu bir Pazar öğleden sonrasında benim gibi hoş bir hanımla kol kola dolaşmayı reddetmeyeceğini düşündüğümü söyledim. Sen gerçek misin? Yoksa gökten mi indin. Malum yaşım ilerledi dedi.
Sonra o benim koluma girdi. Birlikte çok yavaş adımlarla yürümeye başladık. O kadar şeker ve o kadar hoş sohbet bir insandı ki, anlatamam. 96 yaşında olduğunu söylemekle başladı sohbete. O andan itibaren araya girmeye, konuşmaya çalıştımsa da hiçbir şey söyleyemiyordum. Sanki uzun zamandır konuşmuyordu. Büyük bir keyifle anlatıyordu. Atatürk’le başladı söze. Onun ne kadar özel, ne kadar kıymetli bir insan olduğundan, İnönü ile silah arkadaşı olduğuna, İstiklal madalyalarına kadar anlattı. Ara ara durup bana gülümsüyordu. Sonra :”eskiden mümkün müydü böyle bir kızla sokakta kol kola yürüyelim” dedi. Ancak bu yabancı kızlarla olabilirdi. Ve başladı daha keyifli bir ses tonu ile anlatmaya. Eskiden çok büyük işler başardığını, tanınmış bir iş adamı olduğunu ama tüm bunlara kendini kaptırmadan çalıştığını ve aynı zamanda hayatını yaşadığını anlattı. “ Hayat keyiftir “ diyerek. Bu hayatın sadece kendimizin olduğunu ve başkalarının hayatlarını yaşamanın veya başkaları için yaşamanın yanlış olduğunu söyledi.
Ben dışa dönük bir insan oldum hayat boyu. Dans benim için çok önemliydi. Eşim evinde yaşamayı severdi. O böyle diye ben isteklerimden vazgeçmedim. Onu da bana uymak için zorlamadım. Çünkü o da onun tercihiydi ve kendi hayatıydı. Birlikte mutluyduk ama kendi hayatlarımızı yaşadık. Ben hep dansa gittim arkadaşlarımla. Çok gezdim, çok eğlendim. Laf aramızda çok yakışıklıydım. Bende kendisine halen yakışıklı bir beyefendi olduğunu söyleyince elimi öptü. Gözlerim doldu o anda. Hemen sonra bana Fransızca bir şarkı söylemeğe başladı. Nasıl hayat dolu, nasıl kendini mutlu edebilmiş bir insan diye düşünürken durdu ve hayatta mutlu olacak hep bir şeyler bulmuşumdur. Zorluklardan dertlenerek, onların üstesinden gelmeğe çalışarak değil, onları kabul ederek , onu geride bırakarak ve böylece daha kolay çözerek geldim bu günlere. 96 yaşındayım ama halen kalbim çok genç, dedi. Bayıldım bu yürüyüşe, 3 dakikalık yolu 20 dakikada geldik ama birçok hayat dersi aldım. Koca bir hayatı sadece çalışarak ve savaşarak geçirmemiş, her anında mutlu olacak bir şeyler bulmuş. Keyif almış. Anlatacak ne çok hikayesi var. Böyle yaşadığı için de genç kalmış. Yaşıtları hayatta değil. O halen yalnız başına yürüyüşe çıkıyor.
Teşvikiye karakolunun önüne geldik. Muhitinde herkes bu beyefendiyi tanıyor ve hürmet ediyordu. Nöbetçi polislere döndü ve övünerek beni gösterdi. “ Bakın ne buldum, bu gün şanslı günümdeyim” Evine kadar götürdüm. İstiklal madalyaları ve gençlik yıllarına ait birkaç fotoğrafı göstermek için çok ısrar etti. Vaktim kalmamıştı, ama onu kıramadım. Peki dediğimde gözlerindeki ışıltıyı görmeliydiniz. Keyifle ve özenle açtı kutuları ve paylaştı yıllarını benimle.
Telefonlarımızı verdik birbirimize. Beni manevi torunu kabul etmesini ve benim manevi dedem olmasını istedim. Beni kucakladı. Ayrıldık.İki gün geçti ve beni telefonla aradı. “ Hayal mi gördüm yoksa sen gerçek miydin diye kontrol etmeye aradım dedi. Benim onu çok mutlu ettiğimi, beni çok sevdiğini ve özlediğini söyledi. Bir gün buluşup kahve içelim dedim. Bana yetmez dansa gidelim diye cevapladı. Kahkahalarımı ve onun kahkahalarını duymalıydınız. İki üç güne kadar kendisini arayacağımı söyledim. Bu iki, üç günün hayatının en uzun zamanı olacağını söyledi. Bu son cümlesi kalbime yapıştı.
Böylece öğrendim ki ;
Paylaşmanın ve sevgi alışverişinin yaşı yokmuş.
Öğrendim ki; Pozitif düşünce gücü, bastonla yürüyen birine bile dans etme isteği verebilirmiş.
Öğrendim ki; Çalışmak amaç değil, daha keyifli yaşamak için bir araçmış.
Öğrendim ki; Bir insanı iyi hissettirmek çok kolaymış.
Ve öğrendim ki; Birbirimize vereceğimiz minicik bir sevgi, biraz ilgi bize kocaman bir şekilde geri dönüyormuş.
Yorumlar