YENİ TREND “YÖNETİCİSİZ YÖNETİM”: Amerika’ da işi gücü olmayan bir adam çıkmış “ Yöneticisiz Yönetim “ gibi bir kavramdan söz ediyor. Demek ki Amerika’da çalışanların yöneticilerinden çok şikâyeti var. Adam bilmez ki, bizim yöneticilerimiz adildir, dürüst ve tarafsızdır, hak yemezler, üstlerine ve patronlarına kulluk etmezler, yağcılık ve yalakalıkları yoktur, sorumluluk almaktan çekinmedikleri gibi yetkilerini devretme konusunda korkusuzdurlar, performansı değerlendirmelerini silah gibi kullanmazlar ve şahsi veya patronlara yakınlıkla karıştırmazlar, her zaman çalışanlarından yanındadırlar ve onların hatalarını başka yöneticilerle konuşarak değil, çalışanıyla baş başa çözümlemeyi tercih ederler, iş arkadaşlarının kendilerine her zaman haklısınız, evet demelerini beklemez ve istemezler vb. Neticeten bizim aslan yöneticilerimiz çalışanlarına koçluk yaparcasına onlara sarılarak çalışırlar.
Amerikalı yöneticilerde herhalde bu özellikler yok ki garibim bu işe kafa yormuş. ( Capital Temmuz 2015 )
Üstelik bir de “ Yöneticisiz Yönetim çok daha başarılı “ diyor aslında bir yazılımcı olan Brian Robertson. Evet bu “Holocracy “ adında piyasaya sürülen ve ve başta Zappos olmak üzere 300 kadar global şirkette uygulanmaya çalışılan alternatif bir yönetim şekli. Kısaca Yöneticilerin unvanlarının olmadığı herkesin rollerine hâkim olarak kendi kendini yönettiği bir organizasyon yapısı. Peki; iş dünyası hiyerarşik yapı içerisinde ağzının içine bakılan birilerinin olmadığı bu yeni sisteme hazır mı? Evet ortamda bunlar tartışılırken Robetson tarafından teorize edilen bu sistem uygulanmaya başlamış bile.
Bu uygulamaya geçişi şirketlerin yöneticilerine sorduğunu düşündüm bir ara. Olacakları kestirebilmek için âlim olmaya gerek yok. Şirketteki tüm kudretini patrona yakınlığından sağlayan ve de çalışanlarında da bu yakınlıktan kaynaklanan korku nedeni ile sözüm ona saygı gösterdikleri, yönetici unvanlı bazı hizmetkârlar bu konuda nasıl bir fikir yürütürler dersiniz? Bunu tartışmaya gerek var mı? Kafadan hayır.
Geleneksel tarzda yönetilen şirketlerde yazılı olmayan ve şirket kültürü sözcüğünün arkasına saklanmış olan yazılı olmayan kuralların işleyişi ve değişimi yavaşlattığı bilinmektedir. Ve de bu çark her zaman sistemi iyi bilen kişilerin lehine çalışır. Holograsi’de ise tüm kurallar net ve yazılıdır. CEO dâhil tüm çalışanların bu kurallara uyma konusunda zorunluluğu var.
Daha çok tartışılacağı kesin. Uygulayıcı şirketlerin sistemden kaynaklanan aksaklıkları cesaretle belirtmelerinin sisteme yeni ufuklar açacağı kesin.
Ben konuyu okuyunca bizim yöneticilerin bazı örneklerini düşünüp gülümsedim. Tabii ki benin düşündüklerim uçtakiler. Yerlerini muhafaza edebilmek için her şeyi yapabilecek türler. İşte bir örnek. Anadolu’nun bir noktasında arkadaşımla birlikte havalimanının kafesinde oturuyorduk. O sırada kapıda bir şirketin Başmüdür unvanını taşıyan bir yöneticisini gördük. Elinde bir çanta ve pardösü vardı ve kafenin giriş kapısında bekliyordu. İçeridekilere baktık. Aynı şirketin Yönetim Kurulu üyelerinden biri üyesi bir beyefendi ile masada oturuyor ve konuşuyordu. Biraz sonra Sn Yönetim Kurulu üyesi kalktı ve kafeden çıktı saygıdeğer yönetici şimdi Koordinatör, radyatör, transformatör gibi sonu “ TÖR “ le biten. Yönetici unvanlarından birine sahip
ÇALIŞANLARA KARŞI YÜKÜMLÜLÜKLER: Hele bir yandaki cümleye bakın.“ Şirket; üreten işçilerin çalışma koşullarını belli bir standardın üstünde tutmakla yükümlüdür. İşçilerin sağlıklarının korunması ve sigortanın yanı sıra farklı sosyal haklara sahip olmasını sağlamak işverenin yükümlülüğüdür. Onların yüksek sıcaklığa maruz kalma, güneşe bağlı radyasyon, teçhizatların sesi, kullanılan aletlerin yarattığı tehlikeler ve diğer hava şartlarından ve çalışma şeklinden doğan hastalık risklerine karşı korunmaları için gerekli tedbirlerin alınması iş verenin görevidir. vb“ işte böyle bir deyiş size ne anlatıyor? Apron’ da yaz sıcağında uçağa dayanmış olan sehpa üzerinde, kulaklarında uğuldayan motor sesi ile çalışan uçak teknisyenini mi? Yoksa sekiz saatlik bir kış nöbetinde apronun rüzgâr ve soğuğunda bagaj yükleyen işçi arkadaşımızı mı? Yoksa her uçuşta kozmik radyasyonun ağababasına maruz kalan uçucu ekibimizi mi? Sizce bu çalışanlarımız hangi hastalıklara karşı işveren tarafından korunuyor? Hangi çalışma koşulları belirli bir standardın üzerinde? Evet; yukarıdaki sözler modern havayollarımızın veya sektör işletmelerimizin yöneticilerinin değil. Kahve üreticilerinin çalışanlarına bakış açılarını gösteren deyişler. Üstelik tüm mükellefiyetlerini yerine getirmelerinden ve doğal yaşamı korumalarından ötürü “ Yağmur Ormanları Sertifikasına “ layık görülmüş. Gel de kıskanma.
LEGO TÜM ZAMANLARIN EN İYİ OYUNCAĞI SEÇİLDİ. LEGO & HAMDİ TOPÇU VE BAY KOTİL:
LEGO, Danimarka merkezli The LEGO Group adlı şirket tarafından 1949'dan beri üretilen bir oyuncak çeşidi olduğu malum. Ve de Lego tüm zamanların en iyi oyuncağı seçilmiş. Lego bu unvanı çocukların yaratıcılığının artırması ve üretici firmaya sağladığı gelirle elde etti. Lego’nun sisteminin bir parçası olan tekerlekten yılda 306.000.000 ürettiğini dikkate alırsak üretimin büyüklüğünü zihnimizde canlandırmamız mümkün olabilir. THY Yönetim Kurulu eski Başkanı 1964 doğumlu Hamdi Topçu ve THY Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkan V. 1959 doğumlu Temel Kotil bey çocukluk yıllarında bu oyuncak ile oynama şansına sahip olan iki çocuktu her halde ki yaratıcılıkları çok ama çok fazla gelişmiş. Bu iki çocuğun müşterek tarafları var. Tesadüfen ikisi de Rize’li. Evet; bu iki genç adam herhalde Lego oynayarak yaratıcılıklarını artırmayı başardılar. Lego denilen muhteşem oyuncak ile oynamış olmanın faydasını ise Türk Hava Yollarında çalışırken gördüler. Bir havayolunun can damarı olan Teknik üniteyi önce dağıttılar, sonra bir üniteden iki şirket meydana getirerek kendilerine yepyeni bir dünya yarattılar. Sonunda kurdukları bu yeni dünyayı da bozarak tekrar eskiye döndüler ve tek bir kuruluş haline getirdiler Aynen 400.000.000 kişinin Lego ile oynarken yaptıkları gibi. . Bazıları bu ikilinin Lego’dan esinlenmediklerini 1975 yılında Macarlarca üretilen ve patenti alınan yapboz oyuncağı göz önüne alarak hareket ettiklerini söylüyor. THY’ ye kaça mal olduğu kamuoyunca net olarak bilinmeyen bu yaratıcılık denemesinden bu yap boz oyunundan kaç çalışan mağdur oldu? bunu kendileri bilir.
TÜRKİYE ÇIKIŞLI UÇAKLARA SIKI DENETİM; Terör tehdidi altındaki Avrupa ülkeleri taşıma araçlarındaki güvenliği artırmak için bir takım planlar üzerinde çalışıyorlar. Bunlardan biri de Türkiye’den gelen uçakların sıkı denetimden geçmesi. Fransa’nın öncülük ettiği bu çalışmaya son dönemde Avrupa ülkelerinde yaşanan terör olaylarının faillerinin saldırı öncesindeki bir süreçte Türkiye’de bulunduklarının belirlenmesi neden teşkil ediyor. Evet; sınırlarımız yolgeçen hanı gibi olduğunu uzun süredir dinliyor ve okuyoruz. Bu ülkemiz açısından yeni bir zafiyet mi? Hayır. Bu iddialar çok eskilere dayanıyor. Hatırlar mısınız bilmem11 Eylül 2001'de New York'taki ikiz kulelere uçaklar ile yapılan saldırıda başrolü oynayan Muhammed Atta' da olaydan bir süre önce Türkiye’deydi yanlış hatırlamıyorsam. İstanbul’dan Amerika’ya çıkış yapmanın zorluğunu gören Atta, Trabzon’a geçmiş ve yine hafızam beni yanıltmıyorsa bir haftalık bir kalış sonrası o dönemde belirlenemeyen ( veya bizim bilmediğimiz ) bir şekilde Türkiye’den çıkış yaparak bir şekilde Amerika’ya gitmişti. Üstelik adı geçen şahsın takipte olduğu da biliniyordu. Peki; bizim sınırlarımızda, sınır korumamızda sorun var. Bunu gördük. Atta Türkiye’den direk veya aktarmalı bir şekilde Amerika’ya uçtu. İyi de transit ülkelerden nasıl geçti veya varış noktası olan Amerika’ya nasıl elini kolunu sallayarak girdi? Bunu konuşan o gün de olmamıştı. Kaldı ki Atta’nın isminin tarafımıza FAA tarafından bildirildiğini ve Trabzon’a geçişi dâhil ilgili mercilere bilgi sunulduğunu da yaptığımız görev itibarı ile THY’ ye hizmet veren Güvenlik Şirketinden öğrenmiştik. Neticeten tencere dibin kara. Seninki benimkinden kara.
SURİYELİ MİNİK AYLANA İNSANLIĞIN BORCUNU KİM ÖDEYECEK? Çok kötü günler geçiriyoruz. Her gün şehit cenazeleri içimizi burkuyor. Haberleri izlemek istemiyoruz artık. Ancak Bodrum Ali Hoca Burnu Plajında sahile vuran Suriye uyruklu 3 yaşındaki Aylan Kürdi’nin cesedi hepimizi en az asker ve polislerimizin şehit edilmeleri kadar üzüntüye boğdu. O gün gazete sayfalarında yayınlanan resimle birlikte kötü başladı. .Ertesi gün gazetelerde yazarlarımızın tümü köşelerinde Suriyeli küçüğün hikâyesini yaşanan acının nedenlerini ve kendi görüşlerine göre sebep olanları da zikretmek suretiyle konuyu işlediler.
Bu arada Koray Domeke isimli bir akrabamın sanal medyada yayınladığı yazı dikkatimi çekti. Koray gazeteci değil. Metin yazarı da değil. İçini dökmüş o kadar.. Koray’ın yazısını sizlerle paylaşmak istedim. “Şu hayatta başıma bunca şey geldi, bu kadar yüreğimin burkulduğu, kalbimin kırıldığı, sahip olduğum her şeyden bu kadar utandığım, hayattan bu kadar uzaklaştığım an, çok azdır. Çok ağlamışımdır, ağlayamadıklarım daha da çok. Şimdi ise içimde koca bir boşluk, gözyaşlarım vicdanımın duvarlarından akıyor içime, yüreğim donuk. Ne söz bıraktın, ne mana, Alacağın olsun çocuk”
Evet, minik Aylan alacaklı. Hem de bütün dünyadan. Alacaklı olmasına alacaklı ama ona ödemeyi kim yapacak işte orası belli değil. Tüm yaşamımda hiç beddua etmedim. Korkarım. Ama bu kez içimden bu duruma sebebiyet verenlere beddua etmek geliyor. Aylanın cesedinin karaya vurduğu sahilin resmi vardı gazetelerin birinde. Olaydan iki üç saat sonra çekilmiş. İnsanlar denize giriyordu. İnsanoğlunun bu dünyada yaşadıklarını, gördüklerini unutması çok kolay değil mi? Neleri unutuyoruz. Aylanı da unuturuz. O alacaklı kalır. Bizler de borçlu. Ancak bunu yaşatanlar bu dünyadan göçünce cenazelerindeki cemaat ararsında biri olmayacak. O da Aylan.O hakkını helal etmeyecek.Bizler şimdiden etmiyoruz.
Minik Aylan uluslar arası ajansların, yazılı ve sözlü basının en önemli konusu oldu. Bu arada Bodrum Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Başbakanı, İskoçya Başbakanı, İtalya ve İspanya Başbakanları Küçük Aylan ile ilgili açıklamalar yaptılar. Mülteci sorununa kayıtsız kalmaktan ötürü üzüntülerini bildirdiler. Cumhurbaşkanımız Akdeniz de boğulan insanlığımızdır diyerek gazetelerdeki resmi görünce yıkıldık, kahrolduk dediler. Başbakanımız kaybeden uluslar arası toplumdur dediler. Ben uluslar arası toplumun ne kaybettiğini anlamaktan aciz biriyim.
Macaristan Başbakanı Avrupa Parlamentosu Başkanı ile yaptığı görüşmenin sonunda yapılan basın toplantısında “Şunu unutmayalım, buraya gelenler başka bir dini eğitim almış ve tamamen farklı bir kültürün temsilciler.. Çoğunluğu Hıristiyan değil, Müslüman. Bu çok önemi bir nokta. Zira Avrupa Hıristiyan bir kökene sahip bir kıt’a. Biz bunu göz ardı edersek Avrupa düşüncesi kendi kıtasında azınlığa düşebilir “ diyerek bir kesimin görüşünü dile getirdi. Avrupa parlamentosu Başkanı ise 100.000 Mültecinin üye devletler arasında bölüşülmesinin gerektiğini söyledi. Avrupa ülkelerinin 40.000 mülteciyi kabul edeceklerine ilişkin sözünü yerine getirmemiş olduğu düşünüldüğü takdirde Parlamento Başkanının çağırısının kişisel bir iyi niyet gösterisi olarak yorumlanması yanlış olmayacaktır. Evet, Müslüman’ın halinden Müslüman anlar. Dost, kardeş ve müttefik Suudi Arabistan ve Katar ülkelerine Suriyeli kaç mülteci kabul etti dersiniz. Gazete haberlerine bakarsanız ( 0 ) sıfır. Bunun ötesinde söyleyecek bir şey yok.
Tabii ki yaşanan dram Dünya manşetlerinde de yerini buldu. .İndependant, The Sun, Guardian, Times, Newyork Tımes, Washington Post, La Stampa ve La Repubblica gazeteleri yayınlarında yaşanan olaya büyük yer ayırdılar. Ancak La Repubblica yayında kendisine yönelttiği “ Bu fotoğraf, Avrupa’ nın göçmenlere ilişkin Politikasını değiştirebilir mi? sualini Belki, evet şeklinde ihtiyatlı bir yaklaşımla cevaplamış..
Bunların hepsine en gerçekçi cevabı 13 yaşındaki Suriyeli Kenan “ Siz savaşı durdurun, biz zaten gelmeyiz “ diyerek verdi. Kanaatimce en gerçekçi yaklaşım buydu. Hangi devletin ne tür içten pazarlığına ve menfaatlerine uyuyor veya uymuyor bunu dikkate almadan konu ile ilgili beyanat veren liderler bir araya gelip savaşın bitirilmesi için müşterek bir adım atarlarsa ülkelerini terk etme durumunda kalan Suriyelileri ülkelerine mülteci olarak kabul etmekten daha iyi bir iş yapacakları kesin. Evet, Aylan ile birlikte insanlık boğuldu Bodrum sularında.
BRAVO QUARESMA. ŞİMDİ SENİ DAHA ÇOK SEVİYORUZ. Quaresma Mülteciler için yardım maçı organize ediyor. Dünya yıldızlarının katılacağı bu organizasyon İstanbul, Milano veya Lizbon’da gerçekleştirilecek ve tüm geliri mültecilere verilecek. . Ronaldo’ da Quaresma ile birlikte bu uğraşın içerisinde. Bu arada Quaresma Portekizde bulunan evlerinden birini Suriyeli 4 mülteci ailenin .diğer tüm masraflarını da kullanımına tahsis etti. Futbolunu seviyoruz. Şimdi de insanlığına hayran olduk.
Yorumlar