Şirketi zarar uğratanların el üstünde tutulduğu bir dönemi yaşıyoruz. Son örneği Almanya THY ofislerinden. Her şey su yüzüne çıkmış ama işin ucundan tutan yok aksine işi savsaklayan var. Müdüründen şefine, hukuk müşavirinden şahidine kadar hepsi batan gemiden nemalanma peşinde.
Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu sessiz ve kanımca daha sektörü bile tanıyamadı. Sivil Havacılık Genel Müdürü Bahri Kesici ununu eledi, eleğini astı, emekli olacağı günü bekliyor. DHMİ Genel Müdürü Hüseyin Keskin suya sabuna dokunmuyor. Ne olacak bu sektörün ve çalışanlarının hali diye soran yok kafa yoran da yok.
Türk Hava Yolları çalışanlarının yüreğine su serpecek hamle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hamlesi ile geldi. İyi de oldu. Yoksa THY yöneticilerine kalsa idi İlker Aycı, Abdülkerim Çay ve Ebubekir Akgül üçgeninde top sektirmekten başka bir şey yapılmazdı.
THY çalışanları bir yandan işi kaybetmeme diğer yandan haklarını koruma derdinde bir başka cephede ise gelecek kaygısı ile savaş verme durumunda kalıyor. Hak arayan ise düşman ilan ediliyor. O yüzden çalışanlar mecburen üç maymunu oynayıp “duymadım, görmedim, bilmiyorum” oyunu oynanıyor.
Bangır bangır bağırmadın mı “işten çıkartma yok” diye. Borazan medyanız aracılığı ile, kuşlara uçma yollarını tavsiye eden gazeteci kisvesindeki yazarlarınız, televizyoncularınız aracılığı ile kamuoyunu ve çalışanları yanıltmadınız mı? Şimdi siz “işten çıkartmıyoruz, ücretsiz izine çıkartıyoruz” dersiniz de biz de yeriz.
Açıkçası THY yazmaktan gına geldi. Ne var ki havacılığımızın kanayan yarası, çalışanların umut kapısı, herkesin göz ağrısı THY. Maalesef kazan kaynıyor, olan hep çalışana oluyor ve kaynayan kazanın içinde hep çalışanlar pişiyor.
Kedi fare oyunu nedir? Güçlünün güçsüze karşı istediği gibi davranmasıdır. THY yönetim kurulu başkanı İlker Aycı da sendikaya karşı ve dolayısıyla çalışanlara karşı tıpkı bu oyunu oynuyor. Ama bilmiyor ki asıl güçlü çalışandır.
Hep tartışıyoruz, hep öneri sunuyoruz, kimimiz satıldı kimimiz satılmadı, kimimiz üniversite olsun kimimiz eğlence merkezi. Ama elle tutulur tek şey şu var. Atatürk Havalimanı bir pandemi hastanesinin esiri şu haliyle. Benim önerim tamamen yerli bir öneri olacak.
Şu pandemi herkesi ve her kesimi mağdur etti. Çalışanları, şirketleri, devletleri, milletleri hep zora soktu. En çokta devletten zengin olmayan çalışanları kaderi ile baş başa bıraktı. Havacılık sektörü bu sektörlerden biri. THY çalışanları İŞKUR ödeneğini bile alamazken, TGS ikramiye anlaşmasına yanaşmayanları işten çıkartmaya başladı.
Türk Hava Yolları veya iktidar kontrolü altında olan kurumlar ile ilgili eleştirilerimizi “muhalefet” olarak adlandırmak tam da bu adlandırmayı yapanlara yakışacak madalyadır. Oysa biz ne işimizi inancımızla ne de eleştirimizi siyasal görüşle birbirine bağlamadık.
Türk Hava Yolları pilotlarından bir mektup geldim. Mektubu aynen yayınlıyorum. Öyle kendi kendimize mektup yazan müptezellerden değiliz. Alın mektup dediğin böyle olur. Pilotlar “Amele değiliz” diyorlar. Doğru mu doğru.
Ha bire troller tarafından eleştiri yağmuruna tutuluyoruz. Neymiş efendim, THY başka şirket yok muymuş, milli şirkete zarar veriyor muşuz. Arkadaşlar THY havacılığın yüzde kaçını kapsıyor biliyor musunuz? Durun size açıklayalım.
Çok ama çok şey var yazılacak ama frenliyoruz kendi kendimizi. Geçen hafta bir dolu haber okudunuz THY ile alakalı. Müdür atamalarından, Aycı soyadlı bir kişinin THY’ye medikal ürün satışına kadar. Bu arada İstanbul Havalimanı’ndaki anket tam can sıkıcı.
İki konuya ayırdım bu haftaki yazımı. Birincisi pandemi döneminde şirketlerin içinde bulunduğu durumdan ötürü mali çıkış arayışı. İkincisi DHMİ’nin yargılanacak, hesap verecek yöneticilerine dair.
Evet, gerçeklerle yüzleşmeye başladık. Bizim gerçeklerimiz, vurgulamaya çalıştığımız gerçekler havacılık gerçekleri. O halde bizden duymaya alışık olduğunuz gerçekleri yine duyacaksınız, hep duyacaksınız.
Pandemi döneminde havacılığımız onarılamaz yara aldı. Yıllara yayılacak onarım süreci, ikinci dalga pandemik sürecin gelmesi durumunda daha da uzayacak ve bu kez onarılamaz bir hal alacak diye düşünüyorum.
Havada uçak görmeyeli uzun süre oldu. Bir süre daha böyle olacak gibi görünüyor. Ancak “böyle gitmeyecek” deyip geleceğe dönük planları şimdiden yapmak zorundayız. Eminim Korona bize çokça ders almamızı sağlayacak veri verdi. O halde hem havacılığın hem de ülkemizin çıkarları doğrultusuna düşünüp hareket etme zamanı geldi.
Bir havalimanı çalışanı apron-terminal kartını sosyal medya hesabından paylaşarak “uçak görmeyeli iki ay oldu. Çok özleniyorsun” diyerek duygularını aktarmış. Aynı duyguları bende paylaşıp, Atatürk Havalimanı’nın önünden geçerken yaşadığım üzüntünün tarifini bile bulamadım.
Yaza, yaza yaz geldi ama DHMİ’ye huzur gelmedi. Hatta huzur ta Ulaştırma Bakanlığı’na atanan yeni bakana kadar dayanıyor. Oysa, adam gelir gelmez DHMİ’de olmaması gereken bir adamın ipini çekti ve bence 100 puanlık bir davranış idi. Şimdi o şahsiyetin neler çevirdiğine bir bakalım.
Çok değil iki ay öncesine kadar her şey normal seyrinde idi havacılık açısından. Ufak tefek aksaklıklar olsa da tepemizin üstünden uçaklar uçup kavuşmaların rotasını hep meşgul bırakıyorlardı. Son iki aydır, çocukluğumuza döndük desek doğrudur. Bir uçak gürültüsü duysak hemen kafamızı semaya kaldırıyoruz.
İki hafta önce “İlker Aycı’ya yalvaracağım” başlığı altında bir yazı kaleme almıştım. Yani bir el uzattım ve sonucunu bekledim. Uzanan ele yanıt verilecek mi yoksa iten el mi olacak diye merak ettim. Aşağıda açıklayacağım. Ve THY Kargo’nun yükünü çeken loadmaster olarak çalışanlar.
Yeni bakan akıllı adammış. İlk işi DHMİ’ye el atmak ve işi hep dalavere olan bir adamı görevden uzaklaştırmak oldu. Açıkçası kutluyorum bakanı. Neler yazacağım dikkatle okuyun lütfen. Cemil Acar denen adamla ilgili gelen bilgiler aklımı yitireceğim kadar feci.
Benim derdim THY, benim derdim havacılık, benim derdim yıllarımı kazandığım havacılık, benim derdim kimsenin hele hele bu süreçte kimsenin işsiz kalmadan elini taşın altına koyması. Bunun için gerekirse İlker Aycı’ya yalvarmaya hazırım.
“Zor” sözü artık çok hafif kalıyor. “Olağanüstü” sözü bile anlatmaya yetmeyecek kadar sıradan bir kelimeden ibaret diyebilirim. Yüz yılın laneti tüm dünyanın üzerine çöktü. Sektörel açıdan çöküşün dibe vurduğu günleri yaşıyoruz.