Büyük olmanın gereğini yapabilenler hayata veda ettikten sonra da hatırlanırlar ve de alkışlanırlar.İşte bizden büyük bir örnek “ “MUSTAFA KEMAL ATATÜRK “ Geride kalanlar halen sahnededirler. Ve de büyük olmanın gereğini yapmanın insanı nasıl yücelttiğini anlarlar. Ne zaman mı? Tabii ki sahne ışıkları sönünce ve alkışlar susunca. Aşağıdaki anlatım, sahne performansları ile milyonları büyüleyen Carreras ve Domingonun, yaşantılarının ibret verici bir bölümü. Tabii ibret almayı istiyorsak.
Görevde yükselmeye sevinilmez mi? İş gururunun bir gereği de bu değil mi? Size teklif edilen belirli bir çizginin üzerindeki bir üst görevi kabul etmenin bir süre sonra sizi ne denli zedeleyeceğini düşünmek nasıl bir duygu dersiniz? Şirketinizde bu seviyenin görevde ortalama kalış süresini göz önüne alın. Şimdi kaç yaşında olduğunuzu düşünün. Ve de şirketin yöneticilerinin terfien üst yöneticiliğe yükselme oranına ve sürecine bakın. Kabul etmeniz halinde bu görevin sonunda başınıza gelecekleri düşünün. Ve de bu yazıyı okuyun.
2003’ de atanan Genel Müdür gitti ve yeni bir Genel Müdür geldi, teknik cenahtan. Bu insan “ Bir süre sonra THY’ de işe giriş tarihi 2003 yılından önce olan hiç kimse kalmayacak şirkette” diye ferman buyurdu. Öyle ya, eskilerin tümü düşmandı. Bir gün, THY’ de herkes öğle tatili nedeni ile açık havadayken kuvvetli bir yağmur yağdı. Rahmettir dediler ama bu rahmetten üstü başı ıslanmış olanların tümünü de işten çıkardılar. Kusuruma bakmayın lütfen. Yapılan bu işlem için daha ciddi bir neden o zamanda bulamamıştım. Belli ki, bu yağmurdan daha önce birileri “Yanlarına şemsiye almaları” için şirketteki bazılarını uyarmıştı. Gidişat bu varsayımın doğruluğunu gösterdi. Genel Müdür sözünün arkasında durmuştu.Yönetici mi aradınız. İşte budur. ( ? )
Birkaç gün görüşemedik. Geçmiyordu kızgınlığı. Unuttu mu? Unutmuş göründü mü bilemiyorum, bir süre sonra yine “ Yaramaz kardeşini düşünen ağabey ” formatına geri döndü. Yine aynı, eski Cemil Ağabeydi. Onun tabiri ile “ Artık ok yaydan çıkmıştı, hem de bana yönlenmişti ve de onu geri döndürmek artık mümkün değildi”. Bu süreci takip eden konuşmalarımızdaki nasihat ve öğütleri ile THY gelişmeleri yerini genel sohbet konularına bırakmıştı artık. Memleketin gidişatı vb. Buda bana bir şeyler anlatıyordu tabii ki. Cemil ağabey başka konulardan bahsederken hiç bir şey söylemeden çok şey söylüyordu bana.
Hani bazı kuruluşlar vardır. Patrona sorulmadan, kendilerine çok yakın bir veya iki yönetici dışında hiçbir kimsenin konu ne olursa olsun karar vermeğe yetkili olmadığı şirketler. Ben yönetim kabiliyetine sahip olan çalışanların bu tür bir çalışma sistemi içinde kendilerini yıprattıklarına ve yöneticilik vasıfları ile birlikte o güne kadar kazandıkları bütün deneyimlerini de körelttiklerine inanırım.
Yönetici, performans değerlendirmelerini kişisel ön yargılardan ve duygularından arınmış olarak yapar. İnsan hakkının yalnız maddi unsurların gaspı ile yenmeyeceğinin bilincinde olup bu çalışmada “ inancı “ doğrultusunda hareket eder. Bu noktadan hareketle yönetici, inancın bu çalışmada en ön sırada yer alan öneminin ve de yalnız iş yaşamının değil tüm hayatın bir ölçüm ve değerleme süreci olduğunun bilincindedir. Bu noktadan hareketle birilerinde kendisini değerlendireceğine inanır. Bu dünyada ve ya hazurun “kişi’ yi iyi biliriz “ dedikten sonra.
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var derler ya. Her yöneticinin de bir tarzı var. Kimine doğru, kimine ise yanlış gelen bu tarz kişiye, yöneticiye özel bir davranış şekli. Tabii ki tarzın tepe yönetimin prensiplerine uygun olması tercih edilmeli. Bu uyum yönetici açısından faydalı olacağı gibi, personele yansımasının da müspet şekilleneceğini de kabul etmek gerek. Ancak bazen, bazı konularda bu fayda hesabının yapılması mümkün olmuyor. O anda hem yazıp hem de oynama durumunda kalıyor yönetici. Sonuç iyi olursa sorun yok. Kötü olursa da dövünmenin faydası yok. Bazen bir şeyleri göze almak şart oluyor. İşte personel lokantası ile ilgili bu tarz bir yaşanmış.
Kriz esnasında size ulaşan her bilgiye inanmak çok yanlış olacak ve sizi gereksiz yere sıkıntıya sokacaktır. Bilgi mutlak şirketiniz Kriz Yönetim Merkezince doğrulanmalıdır. Özellikle bu dönemlerde çalışanlar arasında en çok konuşulan konu şirkette tensikat yapılacağı hususudur. Ve de çalışanlar sanki bu konuda söylenenlere inanmaya hazırdır. Özellikle bu tür konuşmalardan kesinlikle uzak durmalısınız. Son çalıştığım iş yerinde varlığı açık olan hayli yıpratıcı ve ağır krize rağmen patronların, kriz nedeni ile “ tekrar ediyorum kriz nedeniyle” çalışanların iş akitlerinin feshedilmeyeceğini yazılı olarak duyurduklarını ve de bu vaade uyduklarını hatırlamaktayım.
Tüm dünyada olduğu üzere ülkemizde de sık sık kriz yaşanıyor. Dünyanın diğer bir ucundaki ekonomik gelişmelerin diğer ülkeler gibi bizi de etkilediği bir gerçek. Kaldı ki, bu konuda öyle mahir bir milletiz ki, ortada kriz falan yoksa bile örneği senelerce önce görülmüş olduğu üzere kendi krizimizi bizzat yaratmış ve de tabii ki sonuçlarından da şikâyet ederken bedelini de hepimiz ödemiştik. Sonuçta bonkör bir milletiz vesselam...
Her şey bir tarafa, iyi bir yönetici olabilmek için öncelikle iyi bir insan olmak gerekir. İşin başı budur. Çalışanlarını kinden ve nefretten özellikle birbirine karşı düşmanca duygular beslemekten uzak tutmayı bilmelidir. Vicdanlı ve tüm çalışanlarına eşit uzaklıkta durabilme meziyetine mutlak sahip olmalı, çalışanlarına güvenmeli ve kendisine güvenilir bir kişilik davranışları sergilemelidir.
Organizasyonda yer alan kutu kutuların bir üsttekine tırmanmak sizce insana yalnız paramı kazandırır Hakim bey? Mahalleye bekçi girip, on beş sene sonra halen bekçi kalana mahalleli ne der? Bilirsiniz eskiden bu türlere kız bile vermezlerdi. Bir noktadan sonra insan kendi kendinden utanır olmaz mı? Bu duyguya katlanmak, onunla yaşamak kolay mı? İnsanı kendinden utanır hale getirene kadar mağdur edenlere yönetici demek ve onlara saygı duymak sizce mümkün mü? Size güvenir ve inanırız. Siz adaletin temsilcisisiniz, hele bir yol bunu cevaplayın da. Biz de öğrenelim, bir yanlış yapmayalım Hâkim Beyim. Sonra utanırız.
"Çalışanlara bekledikleri iş güvencesinin sağlanması, işletmelerin topluma karşı yerine getirmeleri gereken bir sorumluluk olup, bu genelin kabullendiği bir görüştür."
Siz buna inanıyor musunuz bilemem Hakim bey? Bu genel kabul dedikleri şey nedir ki? Bunu 133 sene önce mi kabul etmişler? Herhalde kimse bizimkilere bunu anlatmamış o zamanlarda. Belki de başkalarına karşı sorumluluk nasıl duyulur onu bilmiyorlardır.Kim bilir? Ben güvende olursam, şirketim topluma karşı görevini getirmiş olacak. Kulağa hoş geliyor ama bize boş geldiğini söylesem kızmazsınız bana değil mi Hakim Bey. Eğer bu doğru ise neden toplum bize karşı sorumluluklarını yerine getirmiyorlar diye bunları sizin önünüze getirmez ki?
Evet, bir kümese yeni bir tavuk konulduğu zaman kümesin eski sahipleri onu öncelikle bir güzel didiklerler. Ta ki tepesinde tüy kalmayıp çıkan kan görülene kadar. Bu süre de şayet tavuk ses çıkartmayıp hayatta kalmayı başarabilirse onu aralarına kabul ederler. Bizim iş yeri de bir kümestir demiş bir kamu kuruluşu çalışanı. Bu anlatım sanki daha mantıklı geliyor. Şirkette eski olan çalışanların yeni geleni istememeleri ve onu bir anlamda rakip görmeleri insanoğlunun egoist yapısına daha uygun gibi. Gel gelelim sistem her zaman böyle işlemiyor. Beni şaşırtan iş yerine yeni gelenlerin eskileri istememesi. İşte bundan ötürü tepeler bu konuda masum değil. Zira onların bilgi ve yönlendirmesi olmaksızın yeni bir personelin eskilere mobbing uygulamaya cesaret edebileceğini düşünemiyorum.
" Genelde yazdıklarımı beğenmeyenler, belki de bu konuda nasıl saçmalayacağımı merak ettiklerinden sürekli olarak “ Neden Sendikal konuda yazmaktan çekindiğimi “ soruyorlar. Konuya yaklaşmaktan çekindiğim falan yok. Tüm Air Port yazarları baştan beri bu konuyu izliyor ve kaleme alıyorlar. Onların söylediklerinin tekrarı anlamındaki görüşlerimi ifade etmemin bir faydasının olmayacağını ve hiçbir şeye yaramayacağını düşündüğüm için bu konudan uzak durdum. Kaldı ki, arkadaşlarım benden çok konunun içindeler ve de güncel bilgilere sahipler. Uzak durmamın nedeni budur. "
İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum demiş Goethe. Bu söz unuttuğumuz önemli bir şeyi daha hatırlatıyor bizlere. Başka insanlara yaptığımız kötülüklerden ötürü utanmadığımızı. Başka bir deyişle “utanmayı da unuttuğumuzu"...
Böyle yorucu bir çalışma döneminin sonunda Deniz Aslanının doğum yapmasından beş gün öncesini takiben Kurumsal Kabilenin Kızılderilileri de tüm diğerleri gibi kendilerine verilen, bizon eti ve derisinin, avlanma araç ve gereçleri ile ateş suyu ve her şeyin başı olan ve altın denen sarı toz miktarının artırılmasını beklerlermiş. Nedense beklenen bu artım hiç ama hiçbir zaman Kurumsal Kabile Kızılderililerini tatmin edici boyutta olmazmış. Kızılderililer bundan ötürü Oturan Boğa ve Uyuyan Göl’ e çok kızarlarmış. Kabile Şamanı ise her zamanki gibi iki büyük şefin arkasına saklanarak Kızılderililere “ onlar vermedi “ masalını okursa da kimse ona zaten inanmazmış.
Kurumsal Kabileden uzaklaştırılan Kızılderililerin birçoğunun ibret verici hikâyeleri var. Kızılderililerin Kurumsal Kabileye kabulleri kadar oradan uzaklaştırılmaları da tabii ki normal. Ancak esas olan kişilerin yaşamlarında derin izler bırakacak bu işlemin ahlak ve çalışma kuralları ile insani değerlere uygun bir şekilde yapılması. Acaba bu çok mu zor?
Geçtiğimiz günlerin birinde Kurumsal Kabileden bir şef kızılderili uzaklaştı. Özgür Tavşan uzaktaki tepelerin arkasında bulunan mavi suyun karşı tarafındaki otlaklara gitti. Kendi istedi ve gitti gibi gösterilmek istensede, gönderildiğini o da, herkeste biliyor. Başarılı ve kabileye çok katkısı olan bir şefti.Yeşil Otlaklar projesini kabileye o getirmişti.
Türk Hava Yollarına girdik. Sene 1971. İlk önce beni Dış Hatlar ünitesine verdiler. Trafik Memuru olarak. Şimdiki Yolcu Hizmetleri Memuru’nun muadili bir unvandı. Tabii ki hiçbir şey bilmiyordum. İlk görevim Dış Hatlar terminalinde beni önüne diktikleri kapıdan gümrüklü saha dedikleri yere kimsenin geçmesine izin vermemekti. Geleni çevirdim tabii ki.
Evet, bir haftayı daha devirdik. Sektör olarak okumayı sevmiyoruz diyordum ya. İşte ispatı. Sizlere bir kitap sundum. Sivil Havacılığı meslek olarak benimsemiş olanların ve de özellikle yöneticilerin ve hatta yönetici adaylarının okuması gereken bir kitap. Kaç okur benden kitabı talep etti biliyor musunuz? Yalnız ve yalnız 83 kişi.
23 Eylül tarihinde siteye giren yazımla ilgili birçok yorum ve mail aldım. Kimi böyle bir şirketin olamayacağını, iyi tanıdığım bir şirketin açıklarını ifade edebilmek için böyle bir yazı yazma yöntemini seçtiğimi kimisi ise o şirketin patronu yok mu da çalışandan yana olduğu açık olan bu kadar uygulamanın yapılmasına müsaade etmişler diyordu. Çok manidar bir yaklaşım...
Evet; aşağıda bir şirketin Yönetim Kurulu Başkanının Kuruluşun hayli bozuk olan işlerinin iyileştirilmesini nasıl sağladıklarını açıklayan anlatımından bazı kesitler yer alıyor. Metin içerisinden sizlere nakletmek üzere özellikle İnsan Yönetimi ile ilgili bölümlerin bir kısmını aldım.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda yaşam tam anlamı ile zor. Gerek iş yaşamı ve gerekse ev yaşamının zor şartları insanları büzüyor, zorluyor, deyim uygunsa suyunu çıkartıp posasını kenara koyuyor. Ev yaşamı herkesin özeli. Biz gelelim iş yaşamının tanıdığımız bölümüne.
Türk Hava Yollarında görev yapan bazı arkadaşlarımız neden bizim Şirketimizle ilgili yazmıyorsunuz diye soruyorlar. THY’den ayrılalı 11 sene geçti. Bizi istesinler veya istemesinler, orası bizim evimiz. Biz orada yetiştik. Bizim dönemimizin tüm yöneticileri değişti.
İş yaşamında şirketlerin uzun dönemli büyüme ve pazarda mevcut rekabet avantajını korumasının nitelikli insan gücü ile sağlanabileceği uygulamalardan da göründüğü kadarı ile kabulü zorunlu olan bir gerçektir.